Tüketim Üzerine

Tüketiyorum, tüketiyoruz, tüketiyorlar.
Tükettiriliyorum, tükettiriliyoruz, tükettiriliyorlar.
Tükendim, tükendik, tükendiler.

İnsanoğlu temel gereksinmelerini karşılamak için binlerce yıldır çaba gösteriyor. Tarihin bir yerine kadar,  tüm kültürlerin “seçkinler” dışındaki üyeleri, barınma ve beslenme, diğer bir deyişle yaşamlarını sürdürme amacıyla etkinlik gösterdiler. Yaşamın anlamı büyük çoğunluk için, yaşamı sürdürmek ya da hayatta kalmakla eşdeğerliydi.

Günümüzde Afrika başta olmak üzere, birçok coğrafyada yaşamı sürdürmek yine her şeyden daha öncelikli.

Üretilen malların kitlelerin tüketimine yetmemesi olgusu “üretim” temelli düşünmelere yol açtı. Klâsik ekonominin  kavramları, sınırsız ihtiyaçlar ve bunların gideril(eme)mesi üzerine kuruldu. “Değer” kuramı da emek-üretim temelinde düşünüldü.

Sanayi devrimleri, üretimde insan emeğinin işlevini giderek farklılaştırdı. Makinelerden, sanayi robotlarına doğru evrilen üretim araçları seri üretim tekniklerinin gelişmesine yol açtı.




Fanuc imalat tesisinde 1982’den önce 108 personel 32 robot, 6000 ay/adet motor üretirken, şimdi, 60 personel, 101 robot, 10.000 ay/adet üretmektedir.
Sendai radyo-kaset fabrikası 1985’den önce 340 işçi çalıştırırken, şimdi 16 işçi 850 robot çalıştırmaktadır.

Bazı kültürlerde  mallar, tüketilenden daha fazla üretilmeye başladı.  Yine de II.Dünya Savaşı’nın sonuna kadar, altın dönemler, büyük savaşların yıkımlarıyla kesintiye uğradığından, insanlar tasarruf ederek yaşamak zorunda kaldı. Yüksek gelir düzeylerine karşın, batı toplumlarının  tüketim bilinci bu zor dönemlerin anılarıyla biçimlendi.

Sovyetler Birliği’nin dağılması ve sonrası küreselleşme sürecinde, kürenin atölyeleşmesine ve tekeller tarafından yönlendirilen sınırlarötesi bir piyasanın oluşmasına tanık olduk. Bu yazıda, kültürün tükettirmek adına ne şekilde örgütlendiğine ve bu olgunun küresel kaynakların geridönüşümsüz bir biçimde yokoluşuna etkisi üzerine değineceğiz.

Günlük hayatımız içinde “tüketici” olmak bizim en önemli niteliklerimizden biri. Konuşan, düşünen v.d. nin yanı sıra aynı zamanda tüketen varlıklarız.

Tüketim tarzı, kültürün en önemli öğesi haline geldi. Gündelik hayatın estetikleştirilmesi yoluyla, yeme-içme biçimlerinden, boş zamanı yaşamaya kadar aklımıza gelen her alan bir şekilde tüketimle bağlantılı yaşama biçimine dönüştürüldü.

Adorno Horkeimer ikilisi,  savaşın son yıllarında kaleme aldıkları ve 1947 yılında yayınladıkları “Aydınlanmanın Diyalektiği” adlı yapıtlarında bakın daha o zaman neler diyorlar:  “Bugün kültür her şeyi birbirine benzetiyor. Sinema, radyo, dergiler bir sistem oluşturuyor. Her alan kendi içinde ve diğerleriyle uyum sağlıyor.” “ Sinema ile radyonun kendilerini artık sanat olarak göstermeye ihtiyaçları yoktur. Bir ticaretten başka bir şey olmadıkları gerçeğini, bilerek yarattıkları değersiz şeyleri meşru hale getirecek bir ideoloji olarak kullanmaktadırlar” (Horkeimer-Adorno, 1996: 7)
O dönemde ABD’deki gözlemlere dayanarak ortaya konulan bu belirlemeleri, küreselleşme çerçevesinde tekrar değerlendirebiliriz.

“Ekonomik faaliyetin küreselleşmesi, şimdi bir kültürel dönüşümle ve kültürel küreselleşmeyle ilintilidir. Bu bir anlamda, evrensel kültür üretimi demektir; uzun zamandır gelişmekte olan bir süreçtir bu. Yeni kültür endüstrilerinde “dünyanın kültürel bütünleşmesi” yönünde bir inanç vardır; yaşam biçimlerinin, kültürlerin ve tüketici davranışlarının bütün dünyada birbirine benzer hale geleceğine inanç. Bu “ortak kültür” inancı  ve “dünya bilinci” Dallas, Batman (Yarasa Adam) ve Disneyland gibi başarılı ürenlerle de destekleniyor gibidir. Euro Disneyland’ın müdürüne göre Disney’in karakterleri evrenseldir. “Bir İtalyan çocuğuna gelin de Topolino’nun (Miki Fare’nin İtalyanca’sı) Amerikalı olduğunu anlatın der. Daha genel ekonomide olduğu gibi, kültür endüstrilerindeki küresel standartlaşma da daha büyük ölçek ekonomileri yaratma çabasını yansıtır. Daha doğru olarak söylemek gerekirse, bu, küresel düzeyde, coğrafi uzaklığa göre değil de, belirli piyasa kesimlerini hedefleyen pazarlama yöntemiyle çeşitli ulusal izleyicilere ulaşarak hem kapsam, hem ölçek ekonomileri yaratma çabasıdır. Küresel kültür endüstrileri, bölgesel ve küresel piyasalarda piyasa tabanlarını genişleterek artan maliyetlerini kurtarmaya yönelmektedirler. Bunlar, bir bütün olarak ekonomiyi yeniden şekillendiren aynı küreselleştirme mantığı uyarınca hareket etmektedirler.
Evrensel kültürün yeni tüccarları, sınırların olmadığı bir dünya arzu etmektedirler. BSkyB, ürünlerini, “sınırları olmayan bir dünyaya” yayımlamaktadır; uydu erişim alanları, ulusal alanları ihlal etmektedir. Kültürün küreselleşmesiyle kültür ile sınırlı bir arazi arasındaki ilişki büyük ölçüde kopmuş olmaktadır. Cable News Network’ün (CNN) bir yetkilisi, bu olguyu şöyle tarif eder:
Ekonominin küreselleşmesi sonucu, kültürel ve toplumsal bir devrim yaşanmaktadır. Amerika’daki bir işçi, Moskova’daki bir parti başkanı kadar ya da Tokyo’daki bir şirket yöneticisi kadar etkilenebilmektedir. Bu da Amerika için yaptığımız şeylerin Amerika dışında da geçerliliği olduğunu gösterir. Bizim haberlerimiz, küresel haberlerdir. (Aktaran Fraser, 1989)

Ortaya çıkan şey, yeni bir elektronik kültür uzamıdır; “yersiz” bir görüntü ve benzetişim coğrafyasıdır. Bu küresel hiper-uzamın oluşturulması, Baudrillard ve Virilio gibi postmodern yazarların yapıtlarında yansımasını bulmaktadır. Mesela Baudrillard, baş dönmesinden, görüntü bolluğu ve ekranların yarattığı şaşkınlıktan söz eder. Bu yeni küresel kültür alanı, anlık ve derinliği olmayan bir iletişim dünyasıdır; bu, zaman ve mekân ufuklarının sıkıştırıldığı ve ortadan kalktığı bir dünyadır. Bu evrensel kültür uzamının yaratıcıları, yeni küresel kültür holdingleridir. Devasa fırsatlar ve artan maliyetler dünyasında daha önce olduğundan daha açık seçik bir biçimde gördüğümüz şey, boyut ile güç arasındaki ilişkidir. Kültür endüstrilerinde gördüğümüz şey, ölçeğin getirdiği avantajların farkına varılması ve bu nedenle bu alanda da stratejik ittifakların, birleşme ve satın almaların ortaya çıkmasıdır. En dinamik oyuncuların, dünya piyasalarında bir dizi ürünün stratejik kontrolünü sağlayabilmek için hızla yeniden yapılandıklarını görmekteyiz. Bu büyük firma faaliyetlerinin en önemli örneği, hiç kuşkusuz, Rupert Murdoch’ın faaliyet alanını gazetecilikten görsel-işitsel sektöre kaydıran News Corporation’ıdır. Fox Broadcasting, 20th Century Fox ve Sky Channel’ı satın alarak Murdoch, üretim ve dağıtımın her düzeyinde kontrol sahibi olmak istemiştir. Bu tip küresel şirketlerin en simgesel örneği, Sony’dir. Önceleri tüketiciye yönelik elektronik cihazlar yapan Sony, kültür ürünlerini, CBS ve Columbia Pictures’ı satın alarak çeşitlendirmiştir. Sony-Columbia-CBS birleşimi bir iletişim devi, “tam bir eğlence ticareti” yaratmıştır ve bunun uzun vadeli stratejisi, bir sonraki nesil görsel-işitsel ürünler piyasasına hâkim olabilmek üzere yazılım ve donanım endüstrilerine hâkim olabilmektir (Aksoy ve Robins, 1992). News Corporation ve Sony’de görülen şey bu şirketlerin sadece boyutları ve erişim güçleri değil; devletsiz, “başsız” ve merkezsiz olma arzularıdır aynı zamanda. Bu küresel kültür endüstrileri, bütün dünyadaki izleyicileri ve tüketicileri açısından gerçek bir eşuzaklık sahibi olabilmenin önemini anlamaktadır.” (David Morley&Kevin Robins, 1997: 155-157)

Tam burada, tüketimin kültürel alanda nasıl örgütlendirildiğine ilişkin bazı kavramlara göz atalım. Postmodern çağda kültür endüstrisi alanını çok daha fazla genişleterek, (Yukarıda alıntıladığımız gibi) küresel bir sektör haline gelmiştir. Gündelik hayatın estetikleştirilmesi yoluyla, “kültürel metaların” hem üreticileri/yayıcıları hem de tüketicileri/izlerkitlesi olarak hareket eden kitlelerdir söz konusu olan. Bu piyasada dolaşan, elle tutulmayan, tinsel/ruhsal gereksinmelere hitap eden “simgesel mallar” dolaşımdadır. Sanatçılar, entelektüeller, akademisyenler “simgesel üretim uzmanı” olarak işlev kazanmışlardır. Piyasaya dönük tüketim kültürü meslekleri (medya, reklâmcılık, tasarım, moda v.d.) çeşitlenmiş, incelmiş ve farklı dallarda uzmanlaşmışlardır.

Yılın her günü “bir şeyin” günü olarak belirlenmiş, bu günlere anlamlar yüklenmiş, simgesel üretim uzmanlarının mahareti ile “sanatsal” içerik kazandırılmış “anlam nesneleri” piyasada arz edilir hale gelmiştir. Sevgililer günü armağanları, şiddet uygulanan ikili ilişkilerde bile birer teselli aracı olarak anlam kazanmıştır. Ziyaret edilmeyen annelere senede bir gün verilen armağanlar, tüm yıl bağışlanmayı güvence altına almanın bir yolu olmuştur. Örnekleri çoğaltabiliriz.
“İmajların reklâm medyası ve teşhirler, gündelik hayatın kentli bünyesinin faaliyetleri ve gösterileri yoluyla ticari manipülasyonun merkezi önem taşıması, arzuların imajlar yoluyla sürekli yeniden işlemden geçirilmesi gerektirir.  Şu halde tüketim toplumunun sadece başat bir maddeciliğin  iplerini salıverdiği düşünülmemeli, çünkü aynı zamanda tüketim toplumu arzulara seslenen ve gerçekliği estetikleştiren ve gerçekleşmesini önleyen hayali imajlarla çıkar halkın karşısına”. (Featherstone ,1996: 119)

Burada bir zihin karışıklığını önlemeliyiz. Kültür endüstrisi, kültürel ürünleri pazarlamaktadır. Ama aynı zamanda dayanıklı dayanıksız malların reklâmlar yoluyla tüketicilere arzı söz konusudur. Sinema filminin kendisi bir mal olarak kâr nesnesiyken, film aralarındaki reklâmlar da klasik tüketim mallarının pazarlanması işlevini görmektedir. (Eskiden film araları sohbet ve sosyalleşme ortamları yaratırken, şimdi zaman kesintisiz olarak tükettirme çabası için kullanılmaktadır.)
Zamanın ilginç bir evresinde yaşıyoruz. Dünyamıza yönelik insan eliyle oluşturulmuş tehdit, hiç bu kadar görünür hale gelmemişti. Bu konuda, 1980’lerden bu yana biliminsanlarından uyarılar gelmiyor değildi. Yayımlanan birtakım istatiksel bilgiler de vardı. Türlerin giderek yok olması (tükenmesi), ozon tabakasının delinmesi, çevre kirliliği konuları gündemde hep üst sıralara tırmandı. Şimdilerdeyse olguyu canlı yayınla izler gibiyiz. Buzulların kütleler halinde kopuşu, açıklanamaz iklim değişiklikleri, çevre felaketleri, kuraklık v.d. leri, gerçek zamanlı olarak monitörlerde yer alıyor.

Bütün bu olup bitenlerin, daha çok tükettirmek adına yapılan üretimin, dünya kaynaklarının kontrolsüzce tüketilmesiyle ilişkisi çok açık. İlginçlik de burada başlıyor. Bilindiği gibi küresel ölçekte ekonomik bir kriz yaşanıyor. Kitle iletişim sektöründe ekonomik konularda yorum yapan ilgililer, sürekli yaşanan krizin çözümlemelerini yapıyor, çıkış çarelerini araştırıyor ve önerilerde bulunuyorlar. Kriz sürecinin sona ermediğinin en büyük göstergesi ise “tüketim”. Dikkatlerin toplandığı yer de dünyanın en büyük ekonomisi olan ABD. Evet, gözler kulaklar ABD’den gelecek haberlerde. Oradaki tüketici endekslerindeki olumlu yönde kıpırdanma tüm ilgililere derin bir nefes aldıracak. Bir yerlerde yağmur dualarına çıkılırken, bazı çevrelerde ABD’li tüketicilerin eski tüketim hızına kavuşmaları için dualar ediliyor. Ne büyük çelişki değil mi?

“Sürdürülebilir büyüme” diye bir kavram var. Söz konusu olan, nüfus artış hızını da dikkate alarak ekonominin kesintisiz olarak büyümesini hedefleyen politikalar. Politikacıları seçmenler, şirket yöneticilerini hissedarlar sıkıştırıyor. Büyümeye ilişkin grafikler çerçeveleri hep yukarıya doğru delmek zorunda. Duraksama, hele küçülme felaket.

Sanayi devrimlerinden bu yana, dünyanın tüketilmesi çok dengesiz bir şekilde gerçekleştirildi. Batı Avrupa ülkelerin önderliğinde (Atlantik ötesi güçlerin de katılmasıyla) bilim ve teknolojiyi kullanan ve geliştirenler (Daha güçlü olanlar) daha çok tüketmek hakkına sahip olduklarını düşündüler.

Kaynak: Yirmibirinci Yüzyıla Hazırlanırken, Paul Kennedy


Alışveriş Yapıyorum O halde Varım,
 Barbara Krugel, 1987
Küreselleşme öncesi durum göreli olarak kontrol altındaydı. “Büyükler” durumu bir ölçüde yönlendirebiliyorlardı. Şimdi öyle değil. Yeni aktörler girdi piyasaya.  Çin, Hindistan ve Güneydoğu Asya’nın kaplanları yeni oyuncular olarak sahnede yerlerini aldılar. Artık onlar da tüketmek istiyorlar. “Tüketiyorum öyleyse varım” insanlığın sloganı oldu.
En büyük motivasyonun  kâr olduğu küresel ekonomide, biliminsanları günlük yaşamı olumsuz etkileyen sorunları çözmek için sürekli çalışıyorlar. Bir yandan insanlar bilinçlendirilmeye çalışırken, diğer yandan  da büyük ölçekli projelerle bozulan ekolojik dengenin yeniden kurulması için çareler aranıyor.(Dünya yok olursa ne tüketim kalacak ne de tüketici) Birbirlerine zıt işleyen
güçlerin karmaşık etkileşiminden nasıl bir ortalama sonuç çıkacak? Piyasayı düzenleyen “görünmeyen el” dünyamızı kurtarabilecek mi?
Kelebek kanatlarının oluşturduğu rüzgarlar, rezonans etkisi yapıp fırtınalar mı üretecek, yoksa birbirlerini sönümlendirerek dengeli bir ortama mı yol açacak. Üretici ve tüketici güçlerin diyalektiğini bozacak bir güç mü kurtaracak bu gidişi. Yanıtlar, zamanın öngörülemez akışında…
Bütün dünyanın tüketicileri, yeniden düşünün, kaybedecek çok şeyiniz var…

Kaynaklar:
1.Horkeimer Max- Adorno Theodor, Aydınlanmanın Diyalektiği, Felsefi Fragmanlar II, Çeviren: Oğuz Özügül,  Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 1996
2. Featherstone , Mike(1991) Postmodernizm ve Tüketim Kültürü, Çeviri:Mehmet Küçük,Ayrıntı Yayınları, İstanbul,1996
3.Morley David, Kevin Robins, Kimlik Mekânları, Çeviri: Emrehan Zeybekoğlu, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 1997

BBerksan


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder