Gökçen YAŞAYAN
Etik nedir?
Foucault'un araştırmalarına göre "Yunanlılar özgürlüklerini ve bireyin özgürlüğünü bir etik sorun olarak sorunsallaştırıyorlardı. Ama buradaki etik nitelik, Yunanlıların tasarlayabileceği bir anlam taşıyordu: Ethos, olma ve davranma biçimi demekti. Ethos, öznenin olma kipi ve başkalarının çıplak gözle görebileceği bir yapma biçimiydi. Bir insanın ethos'u, giyiminden, tavırlarından, yolda yürüyüşünden, olaylara tepki gösterişindeki istikrardan vb. çıkarılabilirdi. Yunanlılara göre, özgürlüğün somut ifadesi budur; özgürlüklerini böyle sorunsallaştırıyorlardı. İyi bir ethos'a sahip olan, örnek olarak kabul edilip gösterilebilecek insan, özgürlüğü belirli bir tarzda hayata geçiren biridir. Özgürlüğün ethos olarak düşünülmesi için bir ethos'a dönüşmesine ihtiyaç olduğunu sanmıyorum; özgürlük doğrudan doğruya ethos olarak sorunsallaştırılmaktadır. Ancak bu özgürlük pratiğinin iyi, güzel, şerefli, değerli, hatırlanacak bir ethos biçimi alması için kişinin kendi kendisi üzerinde tüm bir çalışma yapması gerekir." (Foucault, 228)
A. İnam'ın yazısında etik şöyle geçiyor: "Ethos, günlük yaşamdaki ahlaksal durumların, eylemlerin, değerlerin, topluluk temelinde, yerel, geleneksel, töresel özelliklerini içerdiği gibi, evrensel boyutta aksiyolojik kodlamaları, kuralları, değerleri; bunlarla ilgili tartışmaları da kapsar. Bir felsefe disiplini olarak ethik, ethosu konu alır, ondaki değerleri, yargıları, görüşleri irdeler, tartışır, ona öneriler sunar... Ethos'da, sorumluluklar, ödevler, yükümlülükler, haklar, gelenekler, töreler yaşanır. Hukuk, ethosu yasalar çerçevesinde düzenlemeye çalışır.
Ethosta can bulan, insan yaşamının anlamıdır... Her bilgi, bir ethos içindedir.” (İnam)
Her bilgi "ethos" içindeyse ve bu bağlamda etiği bir töz olarak kabul ediyorsak, bunu nasıl temellendireceğiz?
Pirsig şöyle diyor:
"Dünyanın yalnızca ahlaki değerlerden oluştuğu düşüncesi ilk başta imkânsız gelir. Çünkü yalnızca nesnelerin gerçek olacağı varsayılır. "Niteliğin" yalnızca, nesneler hakkında ne düşündüğümüzü anlatan muğlâk bir uç sözcük olduğu varsayılır. Niteliğin nesneleri yaratabileceği düşüncesi tümüyle yanlışmış gibi gelir. Ama biz özneleri ve nesneleri, gözlerimizdeki merceklerin onları beynimize baş aşağı göndermesine karşın düzgün görmemizi sağlayan nedenin aynısından ötürü birer gerçek olarak görürüz. Belirli bazı yorumlama modellerine öylesine alışmışızdır ki başka modellerin varlığını unuturuz... İçinde yaşadığımız kültür, bize deneyimlerimizi yorumlayacağımız entelektüel gözlükler verir ve öznelerle nesnelerin öncelikliliği kavramı bu gözlüklerin yapısında vardır. Eğer birisi baktığı şeyleri biraz farklı bir gözlükle görür ya da maazallah gözlüklerini çıkarırsa, gözlüklerini takmaya devam edenlerin doğal eğilimi, o kişinin söylediklerini, gerçekten delilik olmasa da garip diye nitelendirmektir." (Pirsig, 102–103)
Burada aklıma şu soru geliyor: Bize bu "gözlükler" doğuştan takılmışsa ve aile eğitiminden başlayarak okul hayatında, iş hayatında, sosyal yaşamda, kanunlarda ve törelerde belki de inanç alanında pekiştirilmişse, biz bize sunulan değerlerin dışına nasıl çıkacağız?
Etik, "gözlüklerin" alanında olduğu için öznel bir alandır ve yaşamımızı belirleyen değerler, daha çok bu yüzyılın "nesnellik" anlayışına rağmen "özneldir" diyebilir miyiz?
Pirsig'e devam edelim:
"Ama o kişi deli değildir. Nesneleri değerlerin yarattığı fikri, siz onu alıştıkça daha az garip gelmeye başlar. Öte yandan, modern fizik gittikçe daha garip görünür ve bu garipliğin artacağını gösteren belirtiler ortaya çıkar. Ama her iki olayda da gariplik gerçeğin sınanması değildir. Einstein'ın dediği gibi; ortak duyular -yani garip olmayışlar- sekiz yaşından önce kazanılmış bir önyargılar yığınından ibarettir. Gerçeği sınama yöntemleri mantıksal tutarlılık, deneyimle doğrulanma ve kolayca açıklanabilirliktir. Nitelik Metafıziği bunları karşılar.
...Değer, düşünceyi akla getiren gerçektir.
Fizikte, başka şeylerden ayırt edilemeyen bir şeyin var olmadığı şeklinde bir ilke vardır. Nitelik Metafiziği buna ikinci bir ilkeyi daha ekler: Değeri olmayan bir şey başka şeylerden ayırt edilemez. Sonunda bu ikisini birleştirirsek, değeri olmayan bir şey var olamaz. Nesne, değeri yaratmış değildir. Değer nesneyi yaratmıştır. Değerin deneyimin ön kenarı olduğu görülürse burada ampirisistler için bir sorun kalmaz. Nitelik Metafiziği, ampirisistlerin, deneyimin tüm gerçeğin başlangıç noktası olduğu inancını tümüyle tekrarlar. Tek sorun, kendisine ampirisizm diyen özne-nesne metafiziğiyle ilgilidir." (Pirsig, 103–104)
Kitabın ilerleyen bölümlerinde Pirsig şöyle ekliyor:
"... Phaedrus'un söylediği, yalnızca yaşamın değil, her şeyin etik bir etkinlik olduğuydu. Başka hiçbir şey değil. Yaşamı inorganik gerçek biçimleri yaratıyorsa, Nitelik Metafiziği de onların bunu "daha iyi" olduğu için yaptıklarını ve bu "daha iyi olma" kavramının - yani Dinamik Niteliğe karşı ilk yanıtın - her tür iyi ve kötünün dayanağı olan etiğin temel öğesi olduğunu postüla olarak benimser." (Pirsig, 160–161)
"Yalnızca yaşamın değil, her şeyin etik bir etkinlik olduğu" fikri, İnam'ın "Ethosta can bulan, insan yaşamının anlamıdır... Her bilgi, bir ethos içindedir." fikriyle oldukça paralel.
Peki, yaşamdaki bunca dinamizm, dünyadaki bunca kültür ve kültürler arası etkileşim içersinde etiğin kriterlerini nasıl belirleyebiliriz?
Bu soruya Pirsig'in yanıtını ilginç ve etkileyici buldum. Pirsig, Nitelik Metafiziği kavramı ve değerler arasındaki ilişkiyi şöyle anlatıyor:
"Değeri merkez olan bir Nitelik Metafiziğinde dört grup statik biçim, düşünce ve madde diye ayrı bölümlere ayrılmaz. Madde, belirli inorganik değer biçimlerine verilen addır yalnızca. Biyolojik biçimler, sosyal biçimler ve entelektüel biçimler bu madde biçimi tarafından desteklenir, ama ondan bağımsızdır. Onların, maddenin kurallarından ve yasalarından türetilemeyen, kendilerine özgü kuralları ve yasaları vardır. Bu, alışılmış bir düşünme tarzı değildir; ama bu tarzda düşünmeyi bıraktığımızda o şekilde düşünmeye nasıl olup da kandırıldığınıza şaşarsınız. Her şeyden önce, bir atomun, kendi yapısında, New York kentini oluşturmak için gerekli bilgiyi taşıma olasılığı nedir? Biyolojik, sosyal ve entelektüel biçimler maddeye ait değildir. Bu biçimleri yaratan ve yok eden yasalar elektronların, protonların ve diğer temel parçacıkların yasaları değildir. Bu biçimleri yaratan ve dağıtan güç, değerin gücüdür.
Nitelik Metafiziğinin vardığı sonuç, tüm ekollerin doğrudan, düşünce-madde sorununun içinde olduğudur. Statik inorganik biçimlerin içinde düşünce vardır. Statik entelektüel biçimlerin içinde madde vardır. Düşünce ve madde hem statik değer biçimlerinin tümüyle ayrı evrim düzeyleridir; hem de buna karşın, çelişkiye düşmeksizin birbirlerini içerebilirler.
Düşünce-madde paradoksu varlığını sürdüreceğe benziyor, çünkü değer biçimlerinin bu iki düzeyi arasındaki bağlantı halkaları yok sayılmıştır. İki terim eksiktir: Biyoloji ve toplum. Ruhsal biçimler inorganik doğadan gelmez. Onlar toplumdan, toplum biyolojiden, biyoloji inorganik doğadan gelir. Antropologların iyi bildiği gibi, insanın düşüncelerine sosyal biçimler, sosyal biçimlere biyolojik biçimler, biyolojik biçimlere ise inorganik biçimler hükmeder. Düşünceyle madde arasında doğrudan bir bilimsel bağlantı yoktur. Atom fizikçisi Niels Bohr'un dediği gibi, "Dile takılıp kalmışız." Entelektüel doğa tanımlamalarımız daima kültürel türevlidir. (158–159)
Pirsig'in evrimsel yapılı Nitelik Metafiziği, tek bir ahlak sisteminin olmadığını söylüyor. Ahlak sistemi çoktur. Şöyle diyor: "Nitelik Metafiziğinde, inorganik biçimlerin kaosu yendiği, "doğa yasaları" denen bir ahlak vardır; biyolojinin açlığı ve öldürücü inorganik güçleri yendiği, "orman kanunu" denen bir ahlak vardır; toplumsal biçimlerin biyolojiyi yendiği, "yasa" denen bir ahlak vardır; ve toplumu denetimi altına almak için hala mücadele veren bir entelektüel ahlak vardır. Bu ahlak kuralı gruplarından hiçbirinin bir ötekiyle ilgisi, romanların flip-floplarla ilgisinden daha fazla değildir.
Bugün konvansiyonel olarak "ahlak" denen şey yalnızca sosyal-biyolojik kuralları kapsar. Özne-nesne metafiziğinde bu sosyal-biyolojik kurallar grubu evrenin önemsiz, "öznel", fiziksel olarak var olmayan bir bölümü diye nitelenir.
Genelde, izlenecek iki yoldan biri seçilecekse ve diğer her şey birbirine eşitse, daha Dinamik olan, yani daha yüksek bir evrim düzeyindeki seçim daha ahlaklıdır." (Pirsig, 163)
Örnek verecek olursak, bir doktorun bir mikrobu öldürmesi, mikrobun hastasını öldürmesine izin vermekten daha ahlaklıdır. Hastanın yaşamı önceliklidir, çünkü daha yüksek bir evrim düzeyindedir.
Etiğin ikilemli hale gelmesi, daha çok entelektüel ve toplumsal ahlak sistemleri arasında seçim yapmak zorunda olduğumuzda çıkar.
Örneğin bir toplumun bir insanı öldürmesi ahlaklı mıdır?
Buradaki çalışma toplumun kendisini yok olmaktan korumayla yüksek evrim düzeyindeki insan arasında gerilim oluşturur. Bunun yanıtı ilk başta evet gibi görünebilir. Daha çok eski zamanlarda çetelerin, haydutların, korsanların bir kenti gasp etmeye çalıştıkları zamanlarda, toplum kendini korumak için, o bireyleri öldürüyordu. Çünkü toplum, insanlar birliği olduğu için daha yüksek bir evrim düzeyindedir. Bir kişi çok kişinin hayatını tehlike altına sokmaktadır.
Bireyin durumu toplumu doğrudan tehdit etmediğinde ne yapılmalıdır? Örneğin düşünce yoluyla toplum yapısının sarsıldığı durumlarda?
Pirsig, düşünce suçu ve benzeri suçların toplum yapısını bozduğu durumlarda öldürülmesinin "ahlaksız" olduğunu söylüyor. Bir insan öldüğünde, düşünce kaynağı da ölmüş oluyor. Düşünceler, ahlaki olarak toplumdan önce gelir çünkü düşünceler değer biçimleridir. Daha yüksek bir evrim düzeyindedir. Buradan şu sonuç çıkar: Bir düşüncenin bir toplumu öldürmesi, bir toplumun bir düşünceyi öldürmesinden daha ahlaklıdır. Bir ikinci neden de, toplumun statik bir niteliğe sahip olması ama düşüncenin dinamik niteliğe sahip olmasıdır. Dinamik, evrimsel olarak statikten daha değerlidir. Toplumu kuran, gelişmesini ve değişmesini sağlayan kişiler uyumlu kişiler değildirler. Uyumlular, var olanı kabul edip uyum sağlarlar, risk almazlar, statiktirler. Topluma gelişim ve değişim gücü sağlayanlar uyumsuzlardır.
Şöyle devam ediyor Pirsig:
"Phaedrus bunun içine girdiğinde bu statik ahlak kurallarını soyutlamanın gerekli olduğunu görmüştü. Bunlar, çelişkilerini çözümledikleri statik düzeyleri kadar birbirinden ayrı, her biri kendi başına birer küçük ahlak imparatorluğuydu:
İlk olarak, biyolojik yaşamı cansız maddelerden üstün tutan ahlak kuralları vardı. İkincisi, toplumsal düzeni biyolojik yaşamdan üstün tutarak uyuşturucuları, cinayeti, zinayı, hırsızlığı ve buna benzer şeyleri yasaklayan -geleneksel ahlak denen- ahlak kuralları vardı. Üçüncüsü, entelektüel düzeni toplumsal düzenden üstün tutan -demokrasi, jüri ile yargılanma, konuşma özgürlüğü, basın özgürlüğü gibi- ahlak kuralları vardı. Sonunda, dördüncü olarak bir de, kural olmayan Dinamik ahlak var. Buna "sanat kuralı" ya da bunun gibi bir ad verilebileceğini düşündü; ama sanat genellikle adın önemini düşüren, gereksiz bir süs gibi algılanır... Ortaya çıkan gerçek, bir düzeydeki organizasyonu bir arada tutan statik biçimlerin, aynı zamanda, başka bir düzeydeki organizasyonun, varlığını sürdürmek için savaşması gereken biçimler olduğuydu. Ahlak, basit bir kurallar toplamı değildir. Birbiriyle çelişen değer biçimlerinin çok karmaşık bir savaşıdır. Bu çelişki evrimden kalmadır. Yeni biçimler geliştikçe eskileriyle çatışmaya girerler. Her evrim aşaması, arkasında bir sorunlar dalgası bırakır." (Pirsig, 167)
"Tüm bu yüzyıl... entelektüel ve sosyal biçimler arasındaki savaş üzerinde döndü. Yirminci yüzyılın şarkısı buydu. Toplum mu düşünceye hükmedecek, yoksa düşünce mi topluma? Ve eğer toplum kazanırsa düşünceden geriye ne kalacak? Ve eğer düşünce kazanırsa toplumdan geriye ne kalacak? Evrimsel ahlakın her şeyden daha çok aydınlattığı konu buydu. Toplum, biyolojinin ne kadar uzantısı ise düşünce de toplumun o kadar uzantısıdır; daha fazla değil. Düşünce kendi yoluna gidiyor ve bunu yaparken de toplumla savaş halinde ve ona boyun eğdirmeye, onu kilit altında tutmaya çalışıyor. Evrimsel ahlak, düşüncenin böyle davranmasının ahlaka uygun olduğunu söyler, ama bir de uyarı içerir: İnsanların fiziksel sağlığını bozan bir toplum nasıl istikrarını tehlikeye atarsa toplumsal temelinin sağlığını bozan ve yok eden entelektüel biçimler de kendi istikrarını tehlikeye atar." (Pirsig, 168)
Siz ne dersiniz;
"Toplum mu düşünceye hükmetmeli, yoksa düşünce mi topluma?"
İnsanlığın bilgisi ve gücünün arttığı bu çağda, bunlara paralel olarak yıkıcılığının da arttığını görmekteyiz. Entelektüellik, yazıda geçtiği şekliyle en yüksek evrim basamağı gerçekten en iyi çözümü sunabilir mi?
Etiğin hiyerarşik sınıflandırılması, sağlam bir değerlendirme noktası mı?
Etik, düşünülmesi mi gereken yoksa yaşanması mı gereken bir kavram?
Bu soruların cevabını sizlere bırakıyorum.
Kaynaklar
Foucault, Michel; Özne ve İktidar-Seçme yazılar 2; Çev. Osman Akınhay; Ayrıntı Yayınları; 2. Basım; 2005-İstanbul
Prof. Dr. Ahmet İnam, Online Yazılar, Bilgi Ahlakı Üstüne Düşünceler
Pirsig, Robert M.; Lila-Ahlakın Sorgulanması; Çev: Süha Sertabiboğlu; Ayrıntı Yayınları; 2. Basım; 2005
Sayı 5 Yıl 2006
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder