Felsefe Nedir?

Wyatt: Lord Russell felsefe nedir?
Russell: Çok tartışma götürür bir sorun bu. Öyle sanıyorum ki, iki filozoftan bile aynı karşılığı alamazsınız. Benim görüşüme göre, henüz kesin olarak bilinmeyen konular üstünde kafa yormaktır. Bu, yalnız bana göre böyledir, başkalarına göre değil.
Wyatt: Felsefeyle bilim arasındaki ayrılık nedir?
Russell: Kabaca, şu. Bilim bildiğimiz şeyler, felsefe de bilmediğimiz şeylerdir. Onun için de, insan bilgisi ilerledikçe, sorunlar felsefe alanından bilim alanına geçer.
Wyatt: Demek, bir şey bulunup açıkça ortaya kondu mu felsefe olmaktan çıkıp bilim olur, öyle mi?
Russell: Evet. Nitekim felsefe diye ele aldığımız nice sorunlar artık felsefe olmaktan çıkmıştır.
Wyatt: Felsefe neye yarar?
Russell: İki şeye yarar bence. Bunlardan biri, henüz bilimin çözemediği şeyler üzerinde düşüncemizi işletmektir. İnsanı ilgilendirmesi gereken şeylerin de pek azı henüz bilimce çözümlenmiştir. Pek önemli nice şeyler vardır ki, bilim, şimdilik hiç değilse, bunlar üstüne pek az şey biliyor.

İnsanların düşüncesi niçin bir sınırda kalsın ve yalnız bugün bilinenin içine kapansın? Bence, varsayım yoluyla dünya görüşümüzü genişletmek felsefenin sağladığı yararlardan biridir.

Aynı ölçüde bir başka önemli yararı daha vardır bence. O da, bize, bildiğimizi sandığımız şeyleri bilmediğimizi göstermesidir. Bir yandan felsefe bizi günün birinde bileceğimiz şeyler üzerinde düşündürmek, öbür yandan da, bilgiye benzeyen nice şeylerin bilgi olmadığını alçak gönülle, göstermektir.

Kaynak: Düşünceler—Bertrand Russell

Felsefe
Felsefe, hiç de insan kültürünün kökenlerinde yer alan, onunla birlikte ortaya çıkmış bir fenomen değildir. Bir kez o, oldukça geç doğmuş ve insan kültürüne sonradan katılmış bir fenomendir. O, insan kültürünün belli bir aşamasında, insanın kendisini, evreni ve içinde yaşadığı çevreyi anlamak için duyduğu ihtiyacı karşılamak üzere başvurulan bir düşünme ve refleksiyon olarak ortaya çıkmıştır
Bu, onun hem temel —bu demektir ki bugün için de geçerli olan— niteliğini ve hem de tarihsel kökenini yapan şey olagelmiştir. Felsefe, insanın refleksiyonsuz —bu demektir ki onun kendisi, doğa ve çevresi hakkında sorgulamalara girişmeden sürdürdüğü— yaşamı karşısında, her zaman az veya çok "doğa-dışı" bir fenomen olarak kendisini gösterirse de, felsefeye ait sorular, problemler ve çözüm denemeleri, yine de sürekli olarak bu zeminden, insanın doğal yaşamından filizlenirler.

Hatta bu yüzden, yaşamdan kopuk en soyut felsefe bile, en sonunda ve daima insan yaşamına ait bir fenomen olarak kendini gösterir. Öyle ki felsefenin tarihselliği de temelini burada bulur. Felsefe soruları ve felsefe problemlerine her dönemde yeni soru ve problemler eklenir; bu soru ve problemlere yine her dönemde benzer veya değişik yanıtlar ve çözüm denemeleri getirilir. Hatta öyle ki, felsefi refleksiyon "felsefenin felsefesi"ne de yönelebilir. Problemler hakkında her dönemde ileri sürülen çözümler, felsefe sistemleri ve felsefe okulları halinde karşımıza çıkar. Felsefe, bir bakıma, sorulara ve problemlere getirilen yanıtlar ve çözüm denemeleri, bu yanıt ve çözüm denemelerinin yol açtığı yeni soru ve problemler topluluğudur.
Alwin Diemer
Çev: Doğan Özlem
Günümüzde Felsefe Disiplinleri

Felsefe nedir? sorusu, belki de ancak geç vakitte, yaşlılık ve dobra dobra konuşma vakti geldiğinde sorulabilir. Aslında, bu konudaki kaynakça pek cılızdır. Ketum bir telaş içinde, gece yarısı, insanın soracak bir şeyi kalmadığı zaman sorulan bir sorudur bu. Daha önce de soruyorlardı bu soruyu, durmadan soruyorlardı, ama bu sormalar fazlasıyla dolaylı veya yampiri, fazlasıyla yapay, fazlasıyla soyuttu ve soruya yakalanacak yerde, soru ayaküstü sergileniyor, egemenlik altına alınıyordu. Yeterince kanaatkâr değildik. Felsefe yapmayı çok istiyorduk, üslup alıştırmaları dışında, felsefenin ne olduğunu kendimize hiç sormadık en sonunda, “iyi de neydi o, bütün hayatım boyunca ben ne yaptım?” diyebileceğimiz üslupsuzluk noktasına erişememiştik. Yaşlılığın, ebedi bir gençlik değil de, tersine egemen bir özgürlük sağladığı, katışıksız bir zorunluluk sunduğu, yaşamla ölüm arasındaki bir hidayet anıyla keyiflenilen ve makinenin tüm parçalarının çağları kateden bir çizgiyi geleceğe göndermek üzere bir araya geldiği durumlar vardır.

Aynı şekilde felsefede de, Kant’ın Yargı Gücünün Eleştirisi kitabı, bir yaşlılık dönemi yapıtı, ardıllarının peşi sıra koşturup duracakları, zincirinden boşanmış bir yapıttır: Aklın tüm yetileri, Kant’ın olgunluk dönemi kitaplarında onca özenle saptadığı sınırlarını aşarlar burada.

Böylesine bir konuma öykünemeyiz. Ancak bizim için, felsefenin ne olduğunu sormanın vakti geldi. Daha önceleri de bunu yapmaktan geri durmadık biz ve değişmeyen yanıtımız da esasen o zamandan beri hazırdı: Felsefe kavramlar oluşturmak, keşfetmek, üretmek sanatıdır.

Ancak bu yanıtın sadece soruyu toparlaması gerekmiyordu, aynı zamanda da bir saati, bir fırsatı, rast gelişleri, manzaraları ve kişilikleri, koşulları ve sorunun bilinmeyenlerini de belirlemesi gerekiyordu. Onu, “dostlar arasında” sır verirmişçesine ya da güvenle veya düşmana karşı bir meydan okumaymış gibi sorabilmek ve dost ya da düşman, o günbatımı saatinde, dosttan bile çekinilen saatte sorabilmek gerekiyordu. “İşte buydu, ama bilemiyorum iyi bir şekilde söyleyebildim mi onu, yeterince inandırıcı olabildim mi?” denilen bir saattir bu. Ve birden fark edilir ki, iyi bir şekilde söylemiş ya da inandırıcı olmuş olmak pek de önemli değildir, zira her türlü şıkta bunlar şimdi konuşulacaktır.

Bize daha yakın zamanlarda, felsefe pek çok yeni rakiple karşılaştı. Bunlar öncelikle insan bilimleri ve en başta da, onun yerini almak isteyen sosyolojiydi. Ancak felsefe, Tümellerin içine sığınmak üzere kavramlar yaratma yeteneğinden giderek uzaklaştığı içindir ki, sorunun ne olduğu da pek iyi bilinmiyordu. Mutlak bir insan bilimi uğruna her türlü kavram yaratımından vazgeçmek mi söz konusuydu, yoksa tersine, kavramları kâh kollektif temsiliyetler, kâh halklar tarafından yaratılmış dünyanın kavranışları haline getirerek, onların doğasını, yaşamsal, tarihsel ve zihinsel güçlerini değiştirmek mi söz konusuydu? Ardından epistemoloji, dilbilim, hatta psikanaliz -ve de mantıksal çözümleme-, sıraya girdiler. Bir sınavdan ötekine, felsefe, bizzat Platon’un en gülünç anlarında bile hayal edemeyeceği, hep daha küstah, hep daha musibet rakiplerle kapışacaktır. Nihayet, bilgiişlem, pazarlama, tasarım, reklâmcılık, yani iletişimin tüm disiplinleri, bizatihi kavram sözcüğüne sahiplenip; bu bizim işimizdir, yaratıcı olan bizleriz, biz kavramlaştırıcılarız! dediklerinde, utanmazlığın en dibine inilmiş oldu. Kavramın dostları bizleriz, çünkü onu bilgisayarlarımızın içine koyuyoruz. Enformasyon ve yaratıcılık, kavram ve işletme: şimdiden yoğun bir kaynakça...

Pazarlama kavram ve olay arasındaki belli bir ilişki fikrini belledi; ama gelin görün ki kavram bir ürünün sunuluşlarının (tarihsel, bilimsel, sanatsal, cinsel, pragmatik) bütünü ve olayda, çeşitli sunuluşları sahneye koyan sergi ve bunun vesile olması beklenen “fikir alışverişi” haline geldi. Olaylar yalnızca sergilerdir ve kavramlar da, yalnızca satılabilecek ürünler.

Eleştiriyi tecimsel yüceltmeyle değiştiren genel akım, felsefeyi de etkilemekte gecikmemiştir. Öykünme, bir makarna paketinin öykünülmüş görüntüsü hakiki kavram haline geldi ve mal ya da sanat yapıtı, ürünün sunucu-sergileyicisi, filozof, kavramsal kişilik ya da sanatçı olup çıktı. Bir yaşlı kişi olan felsefe, MERZ kavramının tecimsel bir biçimini belirlemek için iletişimin tümellerine doğru bir koşturmacada, genç kadrolarla nasıl yan yana duracaktır?

Kuşkusuz, “Kavram”ın bilgiişlem hizmeti ve üretimiyle uğraşan bir şirketin adı olduğunu öğrenmek acı vericidir. Ancak felsefe, küstah ve ahmak rakiplerle karşılaştığı ölçüde, onlara kendi bağrında rastladığı ölçüde, ödevi yerine getirmek, yani birer meta olmaktan çok semavi taşlar olan kavramları yaratmak için heves duyar. Gözlerinden yaşlar boşanırcasına gülesi gelir. Demek ki, felsefenin sorusu, kavramın ve yaratının birbirlerine atıfta bulundukları tuhaf noktadır.
G.Deleuze-F.Guattari
Çeviren: Turhan Ilgaz
Felsefe Nedir?
Yapı ve Kredi Yayınları


Felsefenin Geleceği
Sonu Gelmeyecek Bir Soruşturma
Yaşarken ünlenmiş neredeyse bütün filozoflar, ölümlerinden kısa bir süre sonra unutulmuştur. Günümüzün ancak bir ya da iki filozofunun yüzyıl sonra hala biliniyor olacağını rahatlıkla söyleyebiliriz; diğerleri, daha önceki yüzyıllarda gayet iyi bilinen pek çok filozofun bugün bulunduğu aynı arafta yok olup gidecekler. Geleceğe işaret etmek bir yana, her kuşağın düşünsel modaları sönmeye mahkûmdur.

Bu olguların bizi şu varsayıma götürmesi doğaldır: Yakın dönemde ölmüş büyük simaların ölümlerinin yarattığı etkiye bakarak felsefenin kısa vadedeki geleceğini görmek mümkündür. Nietzsche’nin önümüze koyduğu varoluşsal meydan okumalara yanıt ararken Heidegger’de işlenecek zengin bir damar; yine, durmadan değişen bilimin ve sayıları giderek artan demokratik toplumların önümüze çıkardığı meydan okumalara yanıt ararken Popper’de işlenecek zengin bir damar bulunmaktadır. Yeni doğmakta olan demokrasilerdeki insanların Popper’in çalışmalarına gösterdikleri doymak bilmeyen ilgi, bu durumu yeterince gözler önüne sermektedir.

Fakat, bu sahnenin ancak bir bölümüdür. Peki ya başka? Yeni ne olacak? Geçmişte olduğu gibi gelecekte de felsefenin konusunu geri dönülmez biçimde değiştirecek (Descartes ve Kant gibi) filozofların çıkması mümkündür (onlardan sonra felsefede hiçbir şey aynı olmadı). Tarihsel geçmişimiz çok kısa, önümüzde uzanan gelecekse sonsuz uzunlukta olduğundan, bundan böyle felsefede ortaya çıkacak en büyük ve en aydınlatıcı yeniliklerin, arkamızdan çok önümüzde yattığına kuşku yoktur. Ne yazık ki, felsefenin alanını değiştirebilecek böylesi içgörüleri şimdiden öngörmek olanaksızdır. Öngörebilseydik, bu içgörülere şimdi sahip olurduk ve artık gelecek olmazlardı.
Fakat, gelecekte felsefede ortaya çıkabilecek en önemli gelişmeleri, Kant’dan önce birinin Kant’ı öngörebilmiş olmasından daha fazla öngörmeyebileceğimiz anlamına gelir bu. Ancak, kabul etmek bizim için ne kadar zor olsa da, gerçek şudur:
Felsefenin geleceği, en önemli yönleri açısından bize kapalıdır. Yine de, bazıları ilgi çekici olabilecek, ortaya çıkmalarını rahatlıkla bekleyebileceğimiz daha ufak gelişmeler de yok değildir. Felsefi çözümleme teknikleri, sürekli genişleyen daha büyük bir alanı etkisi altına alacaktır. En acil sorunlar, kamu politikasıyla ilgili sorunlar olacak; fakat, diğer sorunlar, müzikten cinselliğe çok daha (geçmişteki filozofların düşünemeyeceği kadar) geniş bir alandan gelecektir.

Yine, insanların felsefeye olan ilgisinde bir canlanma ve felsefeye verdikleri değerde bir artış olacağa benziyor. Felsefe, son zamanlarda, İngiltere’de ilk kez lise eğitimine sokuldu. Yine, şirketlerin yönetim kurullarında iş ahlakı alanında danışmanlara yer verilmesinin istenmesi ve hükümetlerin yasaları incelemek üzere filozoflardan yararlanması nispeten yeni bir gelişmedir. Bu etkinliklerin genişlemesi beklenebilir. Yine, genel okur kitlesinin felsefeye olan ilgisinde mukabil bir değişme gözlenmektedir. Son yılların uluslar arası ölçekte çok satan kitaplarından biri olan Jostein Gaarder’in Sophie’nin Dünyası (1991), roman biçiminde yazılmış, felsefe tarihine bir giriş kitabıdır. Bir kuşak önce böyle bir kitabın bu denli başarılı olması düşünülemezdi bile.
Ezcümle, bugün toplumumuzda felsefenin çizdiği genel görüntü ümit vardır. Ancak, felsefe müzik gibidir; her ne kadar pek çok pratik yararı varsa da, en büyük değeri, şeyin yararına değil, şeyin kendisine verir. İnsan olarak sınırlarımızdan dolayı, en temel sorularımızdan bazılarına hiçbir zaman yanıt bulamayacağız. Fakat, insanlık durumunu idrakimizde kayda değer ilerlemeler gerçekleştirebiliriz. Bu noktada hiçbir nihai amaca ulaşamayacak olsak bile, bu seyahatin, kendi uğruna üstlenmeye değer olağanüstü zenginleştirici bir deneyim olduğunu göreceğiz. Nihai yanıtlar olmayabilir, ama öğrenilecek harikulade şeyler var.
Bryan Magee –Felsefenin Öyküsü


Felsefe Nedir, Ne Değildir?
Felsefenin ne olduğu konusunda acele bir tanıma girişmeyeceğim. Başlangıç için böyle bir tanım zorunlu değildir. Felsefe M.Ö. VII-VI. yy.da Anadolu'nun o zaman Yunanistan'a ait topraklarında, Miletos'da Thales'le başladı. Thales'in böyle bir sözcüğü kullanmadığını, tanımlamadan ilk kullananın ise Samos'lu -Pythagoras (İ.Ö. 570–490) olduğunu biliyoruz.

Sözcük bugün ondan anladığımıza az çok yaklaşarak -ya da bugünkü anlamına başlangıç olabilecek biçimde- ilkin Aristoteles (İ.Ö: 381–322) tarafından tanımlanmıştır: Aristoteles "ilk felsefe"den ("prima philosophia") söz ediyor ve bunu aşağı yukarı bugün "metafizik" dediğimiz şeyle bir tutuyordu. Arada geçen iki yüzyıllık zaman içinde; ne olduğu açıkça bilinip söylenmeden felsefe yapılmış oluyor, demektir. Bu tür örneklerin de ötesinde burada felsefeyi felsefe diye tanımlamaya kalkışsak bu yeterli de olmayacaktır. Çünkü felsefe tarihinde çeşitli görüş açılarından filozofların kendi çalışma alanlarını çok ayrı tanımladıklarını görüyoruz. Bu konuda hiçbir görüş birliği yok.
Yine de bir felsefe kitabını ele aldığımızda böyle bir metnin ilk bakışta ortaya çıkan (ve başka metinlerde bulunmayan) bir özelliği var: felsefe metinleri sorulara pek çok yer vermesi, daima sorular sorması ile başka metinlerden ayrılmaktadır. Filozoflar daima daha çok soru sormaktan gizli (ya da açık) zevk alan, adeta sormaya doyamayan ve soru sormadaki ustalıklarına dikkatimizi çekmek isteyen kişiler. Kuşkusuz bu türlü soru soran filozofların başında Atinalı filozof Sokrates (470/469–399) geliyordu. Soru sormayı kendi felsefesi için bilinçli bir yöntem haline getiren Sokrates, çarşıda pazarda zamanın paralı öğretmenleri olan sofistleri, bu arada sıradan kişileri de bildiklerini iddia ettikleri konularda sorguluyordu. Konuşmaya, dialoga dayandığı için bu yönteme dialektik, sorgulanan kişide soru yoluyla düşüncelerin, daha doğrusu kavramların doğmasına yol açtığı için de doğurtma yöntemi denmiştir: Sokrates böylece kavramsal bilgiyi arıyordu.

Ancak Sokrates'in sorduğu bütün soruları sonuna kadar yanıtlamak olanaksızdı Onun böyle bir isteği de olmadığını öğrencisi Platon'un Sokrates'i konuşturarak kaleme aldığı kimi dialoglarından da anlıyoruz. Soruların takılıp kaldığı, kavramların tanımlarına kavuşturulamadığı yeri bulma, rasgele hazır yanıtlar vermekten daha üstün bir işti Sokrates'e göre.

Bütün bunlara bakarak felsefe yapmanın başlıca koşulunun soru sormak, giderek sorgulamak olduğunu söyleyebilecek miyiz? Ancak bütün başka insanlar da bu arada çocuklar da soru soruyor. Bu nedenle onlar filozof mu? Yine de filozofun soru sormasının bütün bu türlü sıradan sorulardan iki önemli noktada ayrıldığını söyleyebiliriz: Bu sorular rasgele değil belli bir araştırma amacıyla sorulmakta ve akla hizmet etmektedir. Bir şeyi araştırmada daima akıl (ve mantık) egemen olacağına göre, kısaltarak felsefedeki sorgulamaların akıl adına yapıldığını burada asıl soru soranın aklımız olduğunu söyleyebiliriz.

Önay Sözer
Felsefenin ABC'si
Kabalcı Yayınları

Sayı-7 Yıl: 2007

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder