Mustafa GÜNAY
Felsefeyi başlatan, insanın sorduğu ve yanıt aradığı bazı sorulardır. Düşünen ve konuşan bir varlık olarak insanın merak ve bilme isteğiyle yaşayan bir varlık olduğunu söyleyebiliriz. Yüzyıllar öncesinden Aristoteles’in de, “insan doğası gereği bilmek ister” dediğini hatırlayabiliriz. Bir bakıma insan sorularıyla ve bu sorularına karşılık bulmak isteği yanıt arayışlarıyla insan olmaktadır. İşte felsefe de insanın yaşamına tam da bu noktadan girmektedir. Ya da başka bir deyişle insan düşünmeye, soru sormaya başladığı zaman, felsefenin kapısını da aralamaya başlamış olmaktadır.
Nermi Uygur “Yaşama Felsefesi” adlı kitabının girişinde şunları söyler insan hakkında: “İnsan yaşar. Bitkiler, hayvanlarsa yalnızca canlıdır. İnsan niçin, neye göre, nasıl yaşayacağını araştıran bir varlıktır.”(Uygur, s.5, 1981) İşte insanın neye göre, nasıl yaşayacağını araştırması, aynı zamanda bu dünyadaki varoluşunu anlamlandırma çabasını da kapsamaktadır. Çünkü insan yalnızca yaşamayı, hayatta olmayı istemez, yaşamasının anlamını ve değerini de bilmek/anlamak ister. İnsan yaşamının bir anlamı/ereği olması gerektiğini düşünür ve bunu belirlemek ister. İşte bu noktada insanın yönelimi, onun felsefe yapmaya yaklaştığı noktalardan biridir. Bu nedenle felsefenin, felsefi düşüncenin, doğrudan insanın yaşamından kaynaklandığı ve yaşamanın kendisinden çıkan bu düşünme tarzının yine insanın kendisine ve yaşamına yöneldiğini söylemek mümkündür. Felsefenin peşinden gittiği sorular, çeşitli yönleriyle insanı, insanın doğasını/kültürünü ve insanın içinde yaşadığı doğayı/evreni konu edinen sorulardır.
Acaba hayatında bir kez olsun, geceleyin yıldızlarla dolu gökyüzüne bakıp da, evrenin düzeni hakkında, bu düzenin rastlantısal mı yoksa tanrısal bir güç tarafından mı meydana getirildiği hakkında düşünmemiş olan insan var mıdır? Evrenin öncesiz sonrasız mı mevcut olduğu, ya da bir başlangıcı ve bununla birlikte bir sonu olacağını da düşünmeyen insan var mıdır? Bir kez bu dünyaya gelmiş bulunan insan, bu dünyada nasıl yaşaması gerektiği, doğru bir yaşamın nasıl olması gerektiği konusunda düşünmek durumunda değil midir? Neyin iyi neyin kötü olduğu biçimde, ahlaki nitelikte sorular hemen her insan için büyük bir önem taşır. Çünkü insanın varolmasından daha önemli olan şey, onun bu varoluşuna neler kattığı ve bu varoluşunu hangi anlam ve değerlerle gerçekleştirdiğidir. İşte bu noktada da insanın düşünce ufkunu açıp genişleten en önemli etkinliklerin başında felsefe bulunmaktadır.
Felsefe denilince, çoğunlukla anlaşılan şey, “filozof” ya da “felsefeci” adı verilen kişilerin yaptığı/sürdürdüğü bir etkinliktir. Bu, yanlış bir düşünce/tanım değildir. Felsefe kitapları yazan, felsefe adına çeşitli çalışmalar/ürünler ortaya koyanlar filozoflardır/felsefecilerdir. (Bu iki kavram arasındaki farklılık ya da benzerlikler ayrı bir tartışma/yazı konusudur.) Ama felsefe, yalnızca bu tür kişilerin yaptıklarıyla/ortaya koyduklarıyla sınırlı değildir. Bana öyle geliyor ki, herkes filozof/felsefeci olmamakla birlikte, felsefe yapmayan insan bulmak da güçtür. Her insan yaşamının belli bir döneminde ya da belli durumlarda felsefe sorularını düşünmüştür. Yani her insanın belli bir ölçüde, felsefi kavramlarla olmasa bile felsefe yaptığını söylemek mümkündür. İnsanın akıllı bir varlık olması, aynı zamanda onun felsefe yapabilen bir varlık olmasının da temelini oluşturmaktadır. Acaba insanın her düşüncesi felsefi midir? Düşündüğümüz her zaman felsefe mi yaparız? Elbette hayır. İnsan düşünen bir varlıktır. Hayatta en fazla yaptığımız şeylerin başında düşünme gelir. Ancak bütün düşüncelerimiz felsefi nitelik taşımaz. Örneğin akşam hangi yemeği yiyeceğimi, kitapçıya gidince hangi kitabı alacağımı düşünürüm. Yarın elektrik faturasını ödemede son gün olduğunu hatırlarım. Ya da şu an saatin kaç olduğunu düşünürüm. Örneklerini istediğimiz kadar çoğaltabileceğimiz bu tür düşüncelerin felsefeyle ilgili olmadığı açıktır. Şimdi kısaca felsefe alanında yer alan sorular ve düşüncelerin neler olduğunu saptamaya çalışmak yerinde olur.
Saatin kaç olduğunu değil de zamanın ne olduğunu düşünüyorsam, zaman üstüne felsefe yapıyorum demektir. Tanpınar’ın güzel bir şiiri vardır zamanla ilgili düşüncelerini ifade eden: “Ne içindeyim zamanın/ne büsbütün dışında/yekpare parçalanmaz bir anın/o sonsuz akışında.” İşte felsefeye yakın bir şiir. Günlük hayatta karşılaştığımız bazı durumlarda seçim yapmamız, belli bir karar vermemiz gerekebilir. Bir insana yardım etmeye karar verirken, birini kurtarmak için belki canımı ortaya koyarken eylemlerimin temelini oluşturan bazı düşünceler ve değerler vardır. Eşimin ya da sevgilimin beni gerçekten sevip sevmediği üzerinde düşünürken, insanlarla olan ilişkilerimizden yola çıkarak sevgi, bencillik, iletişim, bağlılık ve diyalog üzerinde akıl yürütürken, farkında olmasak da bazı değerler ve sorunlar üzerinde düşünür ve bir anlamda felsefe yaparız. Sevginin, bencilliğin, iletişimin ve diyaloğun ne olup olmadığı hakkında düşünmek,bu kavramların ve değerlerin anlamını ortaya koyma çabasıdır. İşte üzerinde düşünmeye başladığımız ve anlamını sorguladığımız bu değerler, insanı insanı kılan en önemli unsurlardır. Bütün bunlar insana yönelen felsefenin de en önemli konuları arasında yer almaktadır. İşte felsefe bize kendimiz hakkında, insan hakkında ve insanın yaratımları/eylemleri hakkında belli bir bakış açısı ve tutum kazandırmaktadır.
İnsanın içinde yaşadığı dünya, yalnızca fiziksel bir dünya olmayıp, aynı zamanda bir değerler ve anlamlar dünyasıdır. İnsanı ve kültürünü doğadan ve doğal varlıklardan/nesnelerden ayıracak sınırı da burada görebiliriz. İşte felsefe bu değerlerin/anlamların bilgisini ve bilincini bize verir. İnsan felsefeyle bir değerler varlığı olduğunu, değerli bir varlık olduğunu farkeder. Bu açıdan felsefe inanın kendini bilmesine giden yolu açar. “Kendini bil” buyruğu yüzyıllardır birçok filozofun ve bilim insanının işlediği, açımladığı ve yeni boyutlar kazandırdığı bir ahlaki buyruktur/yasadır. Düşünce ve insanlık tarihinde felsefenin ortaya koyduğu pekçok yasa, ilk bakışta görülmese de insanlığı ve uygarlığı derinden etkilemiş bulunmaktadır. Mevlana’nın sevgi ve hoşgörü felsefesinin bıraktığı izleri hatırlayabiliriz. Antikçağdan bir Sokrates, felsefeyle sorgulanmamış bir hayatın yaşanmaya değmeyeceği düşüncesini savunmaktan hiç vazgeçmemiştir. Yeniçağın başlangıç dönemlerinden Montaigne’i de hatırlayabiliriz. Daha pek çok örnek verilebilir. Ama görülmektedir ki felsefe insanın kendini bilme ve anlama konusunda en büyük yol göstericidir. Felsefeyle kendisini bilmeye yönelen insan, bu bilgi ve bilinçle birlikte,”kendisi-olma”ya da yönelir. Bir bakıma kendini bilme, kendi-olma olanağını sağlar insana. İnsanın kendisi olması, ancak kendini bilmesiyle mümkündür. Bu ise ister istemez “insan nedir?”sorusu üzerinde düşünmeye yol açar. İnsanın en önemli düşünme etkinliklerinden biri olan felsefi bakış açısı, bu soruyla ilgili olarak da tarih boyunca önemli bir birikim ortaya koymuş bulunmaktadır. Bu nedenle belli bir dönemde yaşayan insanları tanımak/bilmek istediğimizde, onların gelenek göreneklerine, kullandıkları aletlere, siyasal rejimlerine, günlük yaşayış şekillerine olduğu kadar, nasıl bir zihniyete/felsefeye dayandıklarına da yönelmek gereklidir.
Felsefeyle, kendi-bilgisine ulaşan ve bu bilgiyle/bilinçle kendini değerli bir varlık olarak gören insan, aynı zamanda “öteki”nin de bilincine ulaşır. Çünkü kendini bilen insan, bu bilgiye/bilince ancak ötekiyle/ötekilerle birlikte, ötekilerin yanında, onların katkısıyla ulaşabilir. İnsanın toplumsal/kültürel bir varlık olmasının anlamı da buradadır. “Felsefi bilinçle kendisine ve dünyaya bakabilen biri sadece kendini, kendi eksenine hapsetmekle, kapatmakla kalmayacak, ‘öteki’nin ekseninden de dünyaya bakabilme becerisini gösterebilecektir. Öyleyse felsefe kendini bilmenin, anlamanın ve başkalarına anlatmanın, başkalarını anlamanın koşullarının bilgisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Böyle bir bilgi hem bizi biz yapanı ortaya koyar, temellendirir hem de dünyadaki duruşumuzu belirler; daha da önemlisi anlamlı kılar.”(Betül Çotuksöken, Felsefe: Özne-söylem, s.43, 2002,İnkılap YY.)
İnsanın içinde yaşadığı toplumsal/kültürel ortam, bir diyalog ortamıdır. Diyalogun da felsefe açısından büyük bir önemi ve gereği söz konusudur. Felsefeye giden yol, insanın kendisiyle konuşmasıyla, kendisine sorular sormasıyla başlar. Ancak bu yolu genişleten ve ileriye doğru adımlar atmamızı sağlayan şey, öteki insanlarla kurduğumuz diyalog ve iletişimdir. Diyalogun olmadığı/kurulamadığı yerde felsefe de barınamaz. Bu nedenle düşünen insan, özgür bir ortama, düşüncelerini korkusuzca dile getirip paylaşabileceği bir kültürel/sosyal zemine ihtiyaç duyar. Düşünce ve ifade özgürlüğü bakımından problemli ülkelerde, insanların felsefeye uzak kalmaları, felsefeyle ilgilenmekten kaçınmaları anlaşılabilir bir durumdur. Ama diğer yandan, felsefi düşünme biçimi de,bir toplumun/kültürün daha demokratik ve özgürlükçü bir nitelik kazanmasına da yol açar. Felsefi düşünce, mevcut dar görüşlülükleri, dogmatizmleri ve kısıtlamaları/engellemeleri aşma konusunda uyarıcı ve değiştirici bir işleve de sahiptir. Bu nedenle felsefe gerek bireylere gerekse topluma/kültüre, özgürce düşünmenin/sorgulamanın, farklı düşüncelere saygılı/hoşgörülü davranmanın yolunu açar, bunun koşullarının oluşmasına yardımcı olur ve bir diyalog ortamının şekillenmesini sağlayabilir.
Felsefe, insana birey olmanın yolunu açar. İnsanın bireyleşmesini sağlar. Ancak bunu bireycilikle karıştırmamak gerekir. Kendi bireyliğinin bilincine varan insan, öteki insanların da birey olarak hak ve özgürlüklerini ve değerini kavramış insandır. Düşünen, düşüncelerini özgürce ortaya koyan, eylemlerinin seçiminde ve sonuçlarında sorumluluk bilinciyle ayakta duran insan, özgür düşünceli ve aydınlanmış insandır. Bu açıdan felsefi bakış açısı. İnsanın bilincini aydınlatır, bilinç aydınlığı getirir. Düşüncelerinin ve eylemlerinin sorumluluğunu taşıyan ve bunların arkasında durabilen insan, felsefi bakış açısıyla özgür insan demektir.
Günlük hayattaki pek çok eylemlerimiz ve seçimlerimiz felsefeyle ilgilidir,belli bir felsefeyle bağıntılıdır. Örneğin bir seçim yaparken/belli bir karar verirken, bizi bu şekilde eylemeye yönelten şeyler arasında yalnızca bazı ihtiyaçlar, alışkanlıklar değil, aynı zamanda belli bir düşünce tarzı/felsefe, dünya görüşü ve inançlar da yer alır. Liberal bir partiye oy veren kişi ile milliyetçi ya da dinsel eğimleri ön planda bulunan bir partiye oy veren/destekleyen kişilerin, bu eylemlerinde rol oynayan belli bir felsefi düşünüş/bakış açısı bulunduğu da açıktır. Felsefeyi belli dünya görüşleri ile tümüyle özdeş görmek doğru olmaz, ancak her felsefenin de belli bir dünya görüşünü, yaşam anlayışını ve insan tasarımını içerdiğini söylemek mümkündür. Felsefi bakış açısının insana neler kazandırdığı üzerinde başkaca neler söylenebilir? Birkaç nokta üzerinde daha durmak istiyorum.
Felsefe,hemen her soru ve kavram üzerinde ya da insanın varoluş halleri üzerinde hep yeniden düşünmeyi gerektiren bir bakış açısı sağlamaktadır. Çünkü felsefe sorularının nihai, kesin ve tamamlanmış bir yanıtı olmadığından, bu sorular, sürekli biçimde ve yeniden ele alınmayı gerektirir.
Felsefi bakış açısı, birleştirici ve bütünleştirici bir yaklaşım verir bize. Belli uzmanlık alanlarındaki bilginin diğer alanlardaki bilgilerle bağıntısını kurmayı,belli alanlardaki bölük pörçük bilgi ve deneyimleri bütünleştirmemizi sağlar. Yine felsefe belli disiplinlerin ortaya koydukları bilgilerden hareketle insan ve doğa üstüne bütünlüklü bir yaklaşım ve düşünme doğrultusu geliştirir. Biyolojiden canlıları öğrenirim, fizik ve kimya bana maddenin yapısı ve değişimleri hakkında açıklamalar verir. Astronomi ile gezegenleri ve bunlar arasındaki etkileşimleri öğrenirim. Ama ancak felsefeden yola çıkarak belli bir evren anlayışı ve dünya görüşü ortaya koyabilirim. Çünkü insan için tek tek bilimlerin ortaya koydukları bilgi birikimi önemli olsa da yeterli değildir. Bu nedenle felsefe bütün bilimlerden de yararlanır, onlarla beslenir, ama felsefi bakış açısı daha geniş ve bütüncüldür. Çünkü insanda böyle bir eğilim ve yöneliş vardır.
Felsefi bakış açısı, insanın bilgileri ile değerleri arasında bağıntı kurulması için de zemin hazırlar. Neyi bilmeliyim, nasıl bilmeliyim sorularını, ne için bilmeliyim sorusuyla birlikte ele alan felsefedir. Felsefe, bilgi ve bilimin etikle bağıntı içinde olmasını sağlar. İnsani değerlere dayanmayan, bunları koruyup geliştirmeyi gözetmeyen bir bilim ve bilgi anlayışının, teknoloji anlayışının sorgulanmasını yapan da yine felsefedir. Bu açıdan felsefe, insana, ürettiği/yaratığı kültür üzerinde düşünmesini, bu kültürel dünya hakkında bilinçli olmasını sağlar. Hemen her dönemde filozoflar, çağlarının kültürü üzerinde düşünüşler ve tarihsel olarak bu kültürün nereden gelip nereye gittiği üzerinde de düşünme çabasında bulunmuşlardır. Bu nedenle felsefe bir kişinin kendi durumundan yola çıkarak,belli bir insanlık durumuyla bağıntı kurmasını da sağlamaktadır. Örneğin yakınımızda olup biten savaşı/işgali düşünürsek; insani değerlere dayanarak, kendimize sorular soruyor ve yanıtlar arıyoruz. Bir ekonomist bu olayın yalnızca ekonomik boyutunu (kar/zarar hesabını) gözetir, askeri uzmanlar stratejik hususları, askeri ve teknik hususları ön planda tutarlar. Ama Irak’a yönelik işgali insanlık ve uygarlık tarihi bağlamında kavramaya çalışan ve insani değerler temelinde buna karşı çıkan sosyal bilimlerdir, felsefedir, felsefi bakış açısıdır. Felsefi bakış açısıyla yöneldiğimizde, yaşanan bu olayların asıl insani değerler ve kavramlar ve bu konudaki kurumlar/kurumlaşmalar bakımından ele alınması gereği ortaya çıkmaktadır.
Elbette felsefe tarihinde savaşı savunan/olumlayan filozoflar da yok değildir. Ama filozofların çoğu barışın imkanlarını araştırmış, insani değerlerin bilgisini ortaya koymaya uğraşmışlardır. Burada felsefenin insana kazandırdığı önemli bir özellik de belirmektedir: olan-olması/yapılması gereken ayrımı. Biraz önce insanın yalnızca fiziksel bir dünyada değil, bir anlamlar/değerler dünyasında da yaşadığına değinmiştim. İşte bu açıdan felsefe belli bir durumda, olgular alanında, insanın bu durumu aşabilmesine/değiştirebilmesine imkan veren değerlere bağlı olarak yapılan bir etkinliktir. Felsefenin olan-olması/yapılması gereken ayrımına ilişkin düşünce ve yaklaşımlar,gerçekliği değiştirme konusunda bize yol göstermektedir. Çünkü özellikle Marx’tan bu yana, felsefenin yalnızca yorumlaması değil, dünyayı değiştirmesi yönünde bir beklenti/talep vardır.
Felsefeyle birlikte insan, öncelikle dünyayı değilse de, kendini değiştirebilir. Kendini değiştiren insan, dünyayı, içinde bulunduğu gerçekliği değiştirmek konusunda da önemli bir adım atmış olur. Kendini ve dünyayı değiştirmek isteyen insan, Sokrates’in ifade ettiği şekliyle, hayatını ve dünyayı sorgulayan insandır. Felsefi bakış açısının getirdiği sorgulama ve eleştiri, bilgilerimizi, değerlerimizi ve eylemlerimizi değerlendirmemizi ve değiştirmemizi sağlar. Yine bu eleştiri ve sorgulama, bize doğru bilgi olarak sunulan/aktarılan şeylerin gerçekten böyle olup olmadıkları konusunda şüpheci ve bilinçli bir tutumu geliştirmemize yol açar. Son zamanlarda, savaş/işgal boyunca sürdürülen propaganda ve psikolojik savaş da, felsefenin getirdiği eleştirel ve sorgulayıcı tutumun önemini ve gerekliliğini bir kez daha ortaya koymaktadır.
Felsefenin sorularla başladığını söylemiştim. Ama bu sorulara tek bir, kesin ve değişmez yanıtın olmadığını da, felsefe tarihi bize göstermektedir. Ancak bu durum, felsefe sorularının önemini ve değerini azaltmaz. Çünkü bu sorular doğrudan insanın yaşamına, kendisine, insanlara ve dünyaya yöneliktir. Felsefi bakış açısına dayanan, böyle bir bakış açısından yola çıkan insanlar ise kendi yaşamları, içinde yaşadıkları toplum ve doğa hakkında daha bilinçli olmakta ve bu bilince dayanarak hayatı ezbere yaşamaktan kurtulma imkanına kavuşmaktadırlar. Çünkü ezbercilik yalnızca eğitimle ilgili bir şey olmayıp, yaşamımızla da doğrudan ilgilidir. Bu nedenle felsefenin insan yaşamına kazandırdığı bakış açısının en önemli sonuçlarından biri, kişiyi ezbere yaşama durumundan kurtarmasıdır. Ezbere yaşama durumundan sıyrılmaya başlayan insan ise, bu dünyada insanca yaşamanın imkanlarını aramaya başlayacak ve bu konuda üzerine düşen ödev ve sorumluluk bilinciyle yaşayacaktır.
İnsanın felsefi bakış açısıyla kendine, yaşamına ve dünyaya yönelmesi, hiç şüphesiz bu dünyanın daha iyi, daha insancıl bir dünya olmasına yardımcı olacaktır.
Nermi Uygur “Yaşama Felsefesi” adlı kitabının girişinde şunları söyler insan hakkında: “İnsan yaşar. Bitkiler, hayvanlarsa yalnızca canlıdır. İnsan niçin, neye göre, nasıl yaşayacağını araştıran bir varlıktır.”(Uygur, s.5, 1981) İşte insanın neye göre, nasıl yaşayacağını araştırması, aynı zamanda bu dünyadaki varoluşunu anlamlandırma çabasını da kapsamaktadır. Çünkü insan yalnızca yaşamayı, hayatta olmayı istemez, yaşamasının anlamını ve değerini de bilmek/anlamak ister. İnsan yaşamının bir anlamı/ereği olması gerektiğini düşünür ve bunu belirlemek ister. İşte bu noktada insanın yönelimi, onun felsefe yapmaya yaklaştığı noktalardan biridir. Bu nedenle felsefenin, felsefi düşüncenin, doğrudan insanın yaşamından kaynaklandığı ve yaşamanın kendisinden çıkan bu düşünme tarzının yine insanın kendisine ve yaşamına yöneldiğini söylemek mümkündür. Felsefenin peşinden gittiği sorular, çeşitli yönleriyle insanı, insanın doğasını/kültürünü ve insanın içinde yaşadığı doğayı/evreni konu edinen sorulardır.
Acaba hayatında bir kez olsun, geceleyin yıldızlarla dolu gökyüzüne bakıp da, evrenin düzeni hakkında, bu düzenin rastlantısal mı yoksa tanrısal bir güç tarafından mı meydana getirildiği hakkında düşünmemiş olan insan var mıdır? Evrenin öncesiz sonrasız mı mevcut olduğu, ya da bir başlangıcı ve bununla birlikte bir sonu olacağını da düşünmeyen insan var mıdır? Bir kez bu dünyaya gelmiş bulunan insan, bu dünyada nasıl yaşaması gerektiği, doğru bir yaşamın nasıl olması gerektiği konusunda düşünmek durumunda değil midir? Neyin iyi neyin kötü olduğu biçimde, ahlaki nitelikte sorular hemen her insan için büyük bir önem taşır. Çünkü insanın varolmasından daha önemli olan şey, onun bu varoluşuna neler kattığı ve bu varoluşunu hangi anlam ve değerlerle gerçekleştirdiğidir. İşte bu noktada da insanın düşünce ufkunu açıp genişleten en önemli etkinliklerin başında felsefe bulunmaktadır.
Felsefe denilince, çoğunlukla anlaşılan şey, “filozof” ya da “felsefeci” adı verilen kişilerin yaptığı/sürdürdüğü bir etkinliktir. Bu, yanlış bir düşünce/tanım değildir. Felsefe kitapları yazan, felsefe adına çeşitli çalışmalar/ürünler ortaya koyanlar filozoflardır/felsefecilerdir. (Bu iki kavram arasındaki farklılık ya da benzerlikler ayrı bir tartışma/yazı konusudur.) Ama felsefe, yalnızca bu tür kişilerin yaptıklarıyla/ortaya koyduklarıyla sınırlı değildir. Bana öyle geliyor ki, herkes filozof/felsefeci olmamakla birlikte, felsefe yapmayan insan bulmak da güçtür. Her insan yaşamının belli bir döneminde ya da belli durumlarda felsefe sorularını düşünmüştür. Yani her insanın belli bir ölçüde, felsefi kavramlarla olmasa bile felsefe yaptığını söylemek mümkündür. İnsanın akıllı bir varlık olması, aynı zamanda onun felsefe yapabilen bir varlık olmasının da temelini oluşturmaktadır. Acaba insanın her düşüncesi felsefi midir? Düşündüğümüz her zaman felsefe mi yaparız? Elbette hayır. İnsan düşünen bir varlıktır. Hayatta en fazla yaptığımız şeylerin başında düşünme gelir. Ancak bütün düşüncelerimiz felsefi nitelik taşımaz. Örneğin akşam hangi yemeği yiyeceğimi, kitapçıya gidince hangi kitabı alacağımı düşünürüm. Yarın elektrik faturasını ödemede son gün olduğunu hatırlarım. Ya da şu an saatin kaç olduğunu düşünürüm. Örneklerini istediğimiz kadar çoğaltabileceğimiz bu tür düşüncelerin felsefeyle ilgili olmadığı açıktır. Şimdi kısaca felsefe alanında yer alan sorular ve düşüncelerin neler olduğunu saptamaya çalışmak yerinde olur.
Saatin kaç olduğunu değil de zamanın ne olduğunu düşünüyorsam, zaman üstüne felsefe yapıyorum demektir. Tanpınar’ın güzel bir şiiri vardır zamanla ilgili düşüncelerini ifade eden: “Ne içindeyim zamanın/ne büsbütün dışında/yekpare parçalanmaz bir anın/o sonsuz akışında.” İşte felsefeye yakın bir şiir. Günlük hayatta karşılaştığımız bazı durumlarda seçim yapmamız, belli bir karar vermemiz gerekebilir. Bir insana yardım etmeye karar verirken, birini kurtarmak için belki canımı ortaya koyarken eylemlerimin temelini oluşturan bazı düşünceler ve değerler vardır. Eşimin ya da sevgilimin beni gerçekten sevip sevmediği üzerinde düşünürken, insanlarla olan ilişkilerimizden yola çıkarak sevgi, bencillik, iletişim, bağlılık ve diyalog üzerinde akıl yürütürken, farkında olmasak da bazı değerler ve sorunlar üzerinde düşünür ve bir anlamda felsefe yaparız. Sevginin, bencilliğin, iletişimin ve diyaloğun ne olup olmadığı hakkında düşünmek,bu kavramların ve değerlerin anlamını ortaya koyma çabasıdır. İşte üzerinde düşünmeye başladığımız ve anlamını sorguladığımız bu değerler, insanı insanı kılan en önemli unsurlardır. Bütün bunlar insana yönelen felsefenin de en önemli konuları arasında yer almaktadır. İşte felsefe bize kendimiz hakkında, insan hakkında ve insanın yaratımları/eylemleri hakkında belli bir bakış açısı ve tutum kazandırmaktadır.
İnsanın içinde yaşadığı dünya, yalnızca fiziksel bir dünya olmayıp, aynı zamanda bir değerler ve anlamlar dünyasıdır. İnsanı ve kültürünü doğadan ve doğal varlıklardan/nesnelerden ayıracak sınırı da burada görebiliriz. İşte felsefe bu değerlerin/anlamların bilgisini ve bilincini bize verir. İnsan felsefeyle bir değerler varlığı olduğunu, değerli bir varlık olduğunu farkeder. Bu açıdan felsefe inanın kendini bilmesine giden yolu açar. “Kendini bil” buyruğu yüzyıllardır birçok filozofun ve bilim insanının işlediği, açımladığı ve yeni boyutlar kazandırdığı bir ahlaki buyruktur/yasadır. Düşünce ve insanlık tarihinde felsefenin ortaya koyduğu pekçok yasa, ilk bakışta görülmese de insanlığı ve uygarlığı derinden etkilemiş bulunmaktadır. Mevlana’nın sevgi ve hoşgörü felsefesinin bıraktığı izleri hatırlayabiliriz. Antikçağdan bir Sokrates, felsefeyle sorgulanmamış bir hayatın yaşanmaya değmeyeceği düşüncesini savunmaktan hiç vazgeçmemiştir. Yeniçağın başlangıç dönemlerinden Montaigne’i de hatırlayabiliriz. Daha pek çok örnek verilebilir. Ama görülmektedir ki felsefe insanın kendini bilme ve anlama konusunda en büyük yol göstericidir. Felsefeyle kendisini bilmeye yönelen insan, bu bilgi ve bilinçle birlikte,”kendisi-olma”ya da yönelir. Bir bakıma kendini bilme, kendi-olma olanağını sağlar insana. İnsanın kendisi olması, ancak kendini bilmesiyle mümkündür. Bu ise ister istemez “insan nedir?”sorusu üzerinde düşünmeye yol açar. İnsanın en önemli düşünme etkinliklerinden biri olan felsefi bakış açısı, bu soruyla ilgili olarak da tarih boyunca önemli bir birikim ortaya koymuş bulunmaktadır. Bu nedenle belli bir dönemde yaşayan insanları tanımak/bilmek istediğimizde, onların gelenek göreneklerine, kullandıkları aletlere, siyasal rejimlerine, günlük yaşayış şekillerine olduğu kadar, nasıl bir zihniyete/felsefeye dayandıklarına da yönelmek gereklidir.
Felsefeyle, kendi-bilgisine ulaşan ve bu bilgiyle/bilinçle kendini değerli bir varlık olarak gören insan, aynı zamanda “öteki”nin de bilincine ulaşır. Çünkü kendini bilen insan, bu bilgiye/bilince ancak ötekiyle/ötekilerle birlikte, ötekilerin yanında, onların katkısıyla ulaşabilir. İnsanın toplumsal/kültürel bir varlık olmasının anlamı da buradadır. “Felsefi bilinçle kendisine ve dünyaya bakabilen biri sadece kendini, kendi eksenine hapsetmekle, kapatmakla kalmayacak, ‘öteki’nin ekseninden de dünyaya bakabilme becerisini gösterebilecektir. Öyleyse felsefe kendini bilmenin, anlamanın ve başkalarına anlatmanın, başkalarını anlamanın koşullarının bilgisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Böyle bir bilgi hem bizi biz yapanı ortaya koyar, temellendirir hem de dünyadaki duruşumuzu belirler; daha da önemlisi anlamlı kılar.”(Betül Çotuksöken, Felsefe: Özne-söylem, s.43, 2002,İnkılap YY.)
İnsanın içinde yaşadığı toplumsal/kültürel ortam, bir diyalog ortamıdır. Diyalogun da felsefe açısından büyük bir önemi ve gereği söz konusudur. Felsefeye giden yol, insanın kendisiyle konuşmasıyla, kendisine sorular sormasıyla başlar. Ancak bu yolu genişleten ve ileriye doğru adımlar atmamızı sağlayan şey, öteki insanlarla kurduğumuz diyalog ve iletişimdir. Diyalogun olmadığı/kurulamadığı yerde felsefe de barınamaz. Bu nedenle düşünen insan, özgür bir ortama, düşüncelerini korkusuzca dile getirip paylaşabileceği bir kültürel/sosyal zemine ihtiyaç duyar. Düşünce ve ifade özgürlüğü bakımından problemli ülkelerde, insanların felsefeye uzak kalmaları, felsefeyle ilgilenmekten kaçınmaları anlaşılabilir bir durumdur. Ama diğer yandan, felsefi düşünme biçimi de,bir toplumun/kültürün daha demokratik ve özgürlükçü bir nitelik kazanmasına da yol açar. Felsefi düşünce, mevcut dar görüşlülükleri, dogmatizmleri ve kısıtlamaları/engellemeleri aşma konusunda uyarıcı ve değiştirici bir işleve de sahiptir. Bu nedenle felsefe gerek bireylere gerekse topluma/kültüre, özgürce düşünmenin/sorgulamanın, farklı düşüncelere saygılı/hoşgörülü davranmanın yolunu açar, bunun koşullarının oluşmasına yardımcı olur ve bir diyalog ortamının şekillenmesini sağlayabilir.
Felsefe, insana birey olmanın yolunu açar. İnsanın bireyleşmesini sağlar. Ancak bunu bireycilikle karıştırmamak gerekir. Kendi bireyliğinin bilincine varan insan, öteki insanların da birey olarak hak ve özgürlüklerini ve değerini kavramış insandır. Düşünen, düşüncelerini özgürce ortaya koyan, eylemlerinin seçiminde ve sonuçlarında sorumluluk bilinciyle ayakta duran insan, özgür düşünceli ve aydınlanmış insandır. Bu açıdan felsefi bakış açısı. İnsanın bilincini aydınlatır, bilinç aydınlığı getirir. Düşüncelerinin ve eylemlerinin sorumluluğunu taşıyan ve bunların arkasında durabilen insan, felsefi bakış açısıyla özgür insan demektir.
Günlük hayattaki pek çok eylemlerimiz ve seçimlerimiz felsefeyle ilgilidir,belli bir felsefeyle bağıntılıdır. Örneğin bir seçim yaparken/belli bir karar verirken, bizi bu şekilde eylemeye yönelten şeyler arasında yalnızca bazı ihtiyaçlar, alışkanlıklar değil, aynı zamanda belli bir düşünce tarzı/felsefe, dünya görüşü ve inançlar da yer alır. Liberal bir partiye oy veren kişi ile milliyetçi ya da dinsel eğimleri ön planda bulunan bir partiye oy veren/destekleyen kişilerin, bu eylemlerinde rol oynayan belli bir felsefi düşünüş/bakış açısı bulunduğu da açıktır. Felsefeyi belli dünya görüşleri ile tümüyle özdeş görmek doğru olmaz, ancak her felsefenin de belli bir dünya görüşünü, yaşam anlayışını ve insan tasarımını içerdiğini söylemek mümkündür. Felsefi bakış açısının insana neler kazandırdığı üzerinde başkaca neler söylenebilir? Birkaç nokta üzerinde daha durmak istiyorum.
Felsefe,hemen her soru ve kavram üzerinde ya da insanın varoluş halleri üzerinde hep yeniden düşünmeyi gerektiren bir bakış açısı sağlamaktadır. Çünkü felsefe sorularının nihai, kesin ve tamamlanmış bir yanıtı olmadığından, bu sorular, sürekli biçimde ve yeniden ele alınmayı gerektirir.
Felsefi bakış açısı, birleştirici ve bütünleştirici bir yaklaşım verir bize. Belli uzmanlık alanlarındaki bilginin diğer alanlardaki bilgilerle bağıntısını kurmayı,belli alanlardaki bölük pörçük bilgi ve deneyimleri bütünleştirmemizi sağlar. Yine felsefe belli disiplinlerin ortaya koydukları bilgilerden hareketle insan ve doğa üstüne bütünlüklü bir yaklaşım ve düşünme doğrultusu geliştirir. Biyolojiden canlıları öğrenirim, fizik ve kimya bana maddenin yapısı ve değişimleri hakkında açıklamalar verir. Astronomi ile gezegenleri ve bunlar arasındaki etkileşimleri öğrenirim. Ama ancak felsefeden yola çıkarak belli bir evren anlayışı ve dünya görüşü ortaya koyabilirim. Çünkü insan için tek tek bilimlerin ortaya koydukları bilgi birikimi önemli olsa da yeterli değildir. Bu nedenle felsefe bütün bilimlerden de yararlanır, onlarla beslenir, ama felsefi bakış açısı daha geniş ve bütüncüldür. Çünkü insanda böyle bir eğilim ve yöneliş vardır.
Felsefi bakış açısı, insanın bilgileri ile değerleri arasında bağıntı kurulması için de zemin hazırlar. Neyi bilmeliyim, nasıl bilmeliyim sorularını, ne için bilmeliyim sorusuyla birlikte ele alan felsefedir. Felsefe, bilgi ve bilimin etikle bağıntı içinde olmasını sağlar. İnsani değerlere dayanmayan, bunları koruyup geliştirmeyi gözetmeyen bir bilim ve bilgi anlayışının, teknoloji anlayışının sorgulanmasını yapan da yine felsefedir. Bu açıdan felsefe, insana, ürettiği/yaratığı kültür üzerinde düşünmesini, bu kültürel dünya hakkında bilinçli olmasını sağlar. Hemen her dönemde filozoflar, çağlarının kültürü üzerinde düşünüşler ve tarihsel olarak bu kültürün nereden gelip nereye gittiği üzerinde de düşünme çabasında bulunmuşlardır. Bu nedenle felsefe bir kişinin kendi durumundan yola çıkarak,belli bir insanlık durumuyla bağıntı kurmasını da sağlamaktadır. Örneğin yakınımızda olup biten savaşı/işgali düşünürsek; insani değerlere dayanarak, kendimize sorular soruyor ve yanıtlar arıyoruz. Bir ekonomist bu olayın yalnızca ekonomik boyutunu (kar/zarar hesabını) gözetir, askeri uzmanlar stratejik hususları, askeri ve teknik hususları ön planda tutarlar. Ama Irak’a yönelik işgali insanlık ve uygarlık tarihi bağlamında kavramaya çalışan ve insani değerler temelinde buna karşı çıkan sosyal bilimlerdir, felsefedir, felsefi bakış açısıdır. Felsefi bakış açısıyla yöneldiğimizde, yaşanan bu olayların asıl insani değerler ve kavramlar ve bu konudaki kurumlar/kurumlaşmalar bakımından ele alınması gereği ortaya çıkmaktadır.
Elbette felsefe tarihinde savaşı savunan/olumlayan filozoflar da yok değildir. Ama filozofların çoğu barışın imkanlarını araştırmış, insani değerlerin bilgisini ortaya koymaya uğraşmışlardır. Burada felsefenin insana kazandırdığı önemli bir özellik de belirmektedir: olan-olması/yapılması gereken ayrımı. Biraz önce insanın yalnızca fiziksel bir dünyada değil, bir anlamlar/değerler dünyasında da yaşadığına değinmiştim. İşte bu açıdan felsefe belli bir durumda, olgular alanında, insanın bu durumu aşabilmesine/değiştirebilmesine imkan veren değerlere bağlı olarak yapılan bir etkinliktir. Felsefenin olan-olması/yapılması gereken ayrımına ilişkin düşünce ve yaklaşımlar,gerçekliği değiştirme konusunda bize yol göstermektedir. Çünkü özellikle Marx’tan bu yana, felsefenin yalnızca yorumlaması değil, dünyayı değiştirmesi yönünde bir beklenti/talep vardır.
Felsefeyle birlikte insan, öncelikle dünyayı değilse de, kendini değiştirebilir. Kendini değiştiren insan, dünyayı, içinde bulunduğu gerçekliği değiştirmek konusunda da önemli bir adım atmış olur. Kendini ve dünyayı değiştirmek isteyen insan, Sokrates’in ifade ettiği şekliyle, hayatını ve dünyayı sorgulayan insandır. Felsefi bakış açısının getirdiği sorgulama ve eleştiri, bilgilerimizi, değerlerimizi ve eylemlerimizi değerlendirmemizi ve değiştirmemizi sağlar. Yine bu eleştiri ve sorgulama, bize doğru bilgi olarak sunulan/aktarılan şeylerin gerçekten böyle olup olmadıkları konusunda şüpheci ve bilinçli bir tutumu geliştirmemize yol açar. Son zamanlarda, savaş/işgal boyunca sürdürülen propaganda ve psikolojik savaş da, felsefenin getirdiği eleştirel ve sorgulayıcı tutumun önemini ve gerekliliğini bir kez daha ortaya koymaktadır.
Felsefenin sorularla başladığını söylemiştim. Ama bu sorulara tek bir, kesin ve değişmez yanıtın olmadığını da, felsefe tarihi bize göstermektedir. Ancak bu durum, felsefe sorularının önemini ve değerini azaltmaz. Çünkü bu sorular doğrudan insanın yaşamına, kendisine, insanlara ve dünyaya yöneliktir. Felsefi bakış açısına dayanan, böyle bir bakış açısından yola çıkan insanlar ise kendi yaşamları, içinde yaşadıkları toplum ve doğa hakkında daha bilinçli olmakta ve bu bilince dayanarak hayatı ezbere yaşamaktan kurtulma imkanına kavuşmaktadırlar. Çünkü ezbercilik yalnızca eğitimle ilgili bir şey olmayıp, yaşamımızla da doğrudan ilgilidir. Bu nedenle felsefenin insan yaşamına kazandırdığı bakış açısının en önemli sonuçlarından biri, kişiyi ezbere yaşama durumundan kurtarmasıdır. Ezbere yaşama durumundan sıyrılmaya başlayan insan ise, bu dünyada insanca yaşamanın imkanlarını aramaya başlayacak ve bu konuda üzerine düşen ödev ve sorumluluk bilinciyle yaşayacaktır.
İnsanın felsefi bakış açısıyla kendine, yaşamına ve dünyaya yönelmesi, hiç şüphesiz bu dünyanın daha iyi, daha insancıl bir dünya olmasına yardımcı olacaktır.
Felsefe Ekibi Dergisi Yıl:2007 Sayı: 7
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder