“Bilgi”, yabancısı olduğumuz bir kavram değil. Yaşamımızın önemli bir kısmını bilgi edinmek için tüketiyoruz. Bilginin üretilmesi, değiş tokuşu, biriktirilmesi, erişilmesi ve kullanılmasına yönelik örgütlenmenin boyutları, sanayi çağı sonrasının bilgi çağı olarak adlandırılmasına neden olmuştur.
Günümüzde bilginin güç ile ilişkisinden söz ediliyor. Bilenlerin, bilmeyenlerin önüne geçtiği her fırsatta dile getiriliyor. Her tür organizasyon, kendinin gereksindiği bilgiyi biriktiriyor, çoğaltıyor, aktarıyor.
Bilginin gündelik hayatımızdaki rolü de çok belirgin. Tutum ve davranışlarımızın arka planında dayandığımız bilgi setleri var. Bilgisel duruşumuz, eylemlerimizi yönlendiriyor.
Bilginin farklı türleri, işlevlerini değişik biçimlerde yerine getiriyor. Temellendirme, betimleme, açıklama, değerlendirme, anlamlandırma, yorumlama kullanılan bilgi yöntemlerin önde gelenleri.
Bilginin değişik kullanım pratikleri var. Töre gereği karar vermek durumunda olan bir aile meclisi , kuşaklar boyu aktarılan bir bilgiye başvurmaktadır. Bir intihar eylemcisi, eyleminin meşruluğunu, sahip olduğu bilgi tabanına dayandırmaktadır. Değişik alanlardan bilim insanları, kendilerinden önce biriktirilmiş bilgileri ve denenmiş yöntemleri kullanarak yeni bilgiler üretmektedirler. Uluslar, birbirlerine karşı sıcak-soğuk eylemlere geçerken yine kendi bilgi(istihbarat) dağarlarından yararlanmaktadırlar.
Bireysel tarihimiz içinde verdiğimiz küçük-büyük tüm kararlarda, yine öğrendiğimiz, öğretilmiş, telkin edilmiş bilgilere başvururuz.
Bilginin bu birbirinden farklı kullanımlarında hemen hemen tüm aktörlerin dikkate aldığı ölçüt, inançlarımızdan çok da bağımsız olmayan bir gerçeklik tasarımından temellenen “doğruluk” kanısıdır. İnsanların büyük çoğunluğu eylemlerinin doğru olduğu inancındadır. Çünkü onlara göre, gerçekleştirdikleri eylemin dayandığı bilgi “doğru”dur. Batı Şeria’daki bir yerleşimci, uluslararası hukukun kendine yüklediği işgalci statüsüne karşı çıkar. Ona göre, orada yaşama hakkı olduğunun bilgisi inandığı kutsal kitapta yer almaktadır. Doğruluğa yüklenen anlam nedeniyle, bilgiyi yönlendirme ve güç-iktidar ilişkileri amacıyla kullananlar yaydıkları bilginin doğru olduğu kanısını vermeye özen gösterirler.
Bilgiyi, insan ve doğa bilimlerinin kuramsal çerçevesinde sorgulayacak olursak, durum biraz daha karmaşıklaşır. Burada insanlararası gayretin ve etkileşimin sonucu üretilen bilgi söz konusudur. Sorular daha evrensel! bir nitelik kazanır. İnsanlığın ürettiği bilginin zorunluluğu v.d. gündeme gelir. Ortak aklın hangi sınırlara kadar gidebileceği sorusu bir yanda, doğru olanın bilgisini elde etmek için kullanılacak yöntemlerin neler olabileceği sorusu diğer yanda olmak üzere başlıklar çeşitlenir.
Felsefece düşünme, “bilgi”yi, temel ilgi alanlarından biri olarak ele almıştır. Felsefe de sonuçta bilgi üretme etkinliğidir. Bu açıdan filozofların bilgiyi mercek altına almaları anlaşılabilir bir şeydir. Varlık, estetik, etik, siyaset, v.d. alanlarda savlar öne sürmek, sonuçlar çıkarmak her şeyden önce insanın bilme yeteneği, bilginin olanaklılığı, doğru bilginin ne’liği ile doğrudan ilişkilidir. Ayrıca ne tür bilgilerin felsefece düşünmeyi hak edeceği de tartışılmaktadır. Örneğin felsefece bakıldığında, bu metnin girişindeki kimi örnekler “bilgi” kapsamında görülmemektedir.
Bilgi’ye klasik yaklaşımların büyük bölümü, özellikle bilginin gerçeklikle bağlamı temelinde olanlar, antik dönemde ortaya atılmıştır. Aranan şey, gerçeğe doğrudan ulaştıran “hakiki” bilgidir.
Herakleitos, Parmenides, Pythogorasçılar, bilginin genel (evrensel), zamanüstü geçerliliğe sahip olması gerektiğini öne sürerlerken , bilginin a priori yanına da vurgu yapmışlardır. Empodokles, Demokritos gibiler bilginin duyusal algı üzerinde temellenebileceğini düşünmüşlerdir. Sofistler insan bilgisinin göreliliğinden söz etmişler, septikler (kuşkucular) ise son çözümlemede bilginin olanaklılığından dahi kuşku duymak gerektiğini savlamışlardır.
Platon’da bilgi, episteme (hakiki bilgi- gerçeğin bilgisi) doxa ( görünüş bilgisi) ayrımıyla ele alınır. Ona göre duyusal algılar, gerçekliğin bilgisi için veri olamaz. Aristoteles de deney bilgisine mesafelidir. O, ilk ve kendinden başka bir şeye dayanmayan, bilginin üzerinde yükseleceği ilkelerin peşindedir.
Rönesansla birlikte artan doğabilimi ilgisine koşut olarak, deney bilgisinin yıldızı parlamaya başlar. 17.yy. ussalcıların (rasyonalistlerin) zamanıdır.
18.yy. bir önceki yüzyılın matematik modelli ussallığına karşı, deney temelli bilgiye geri dönüş ile belirginleşir. İngiliz öncülerin deneyciliği, Fransız aydınlanmacılarında güçlü bir destek bulur. Kant eleştirici tutumuyla deneycilerin yanındadır. Buna karşın a prori bilgi, anlık ve duyarlılığın mutlak formlarını ortaya koyarken usçu düşünür.
19.yy. da “tarih”in bilgisi düşünmenin odağındadır.
20.yy.da, bilen özne, bilme konusu olan nesne ikilisiyle aynı önemde görülen “anlam” sorunu da gündeme gelir. Bilgi’nin dil ile dile getirilmesi, dil ile biriktirilmesi ve aktarılması bilgi-dil ilişkisini öne çıkarır. Us yoluyla ya da deneyle elde edilen bilginin, dil ile ifade edilme zorunluluğu, düşünürleri dilin çözümlenmesine yöneltmiştir.
Tüm arayışların temelinde yukarıda da andığımız “doğruluk” önemli bir yer tutmaktadır. Hangi bilgi doğrudur? Doğruluğun ölçütü nedir? Daha da önemlisi doğru bilgiye ulaşabilir miyiz? soruları zihinleri hala oyalamaktadır. Dayandığı(mız) bilginin elde ediliş kaynağı ne olursa olsun, önermelerimizin (tümce olarak kurulmuş dilsel ifadelerin) doğruluk koşulu birbirleriyle zıtlaşan görüşler çokluğu içinde tartışılmaktadır.
Teknik bilginin kullanılma tarzının, savaşlar yoluyla insanlığın başına sorunlar açması, çevrenin geri dönülemez biçimde bozulmasında rol oynaması, “doğru” ile “bilgi” ilişkisine daha pragmatik yaklaşılmasına yol açmıştır. Modernliğin sıkıntılarının tinselliğimize etkileri, bilimsel yöntemlerle elde edilen bilginin sorgulanmaya başlanmasına da neden olmuştur.
Hakiki! bilgiyi üretme iddiasında olan bilim, felsefe, din arasındaki rekabet birbirlerine yaklaşan, uzaklaşan, zıtlaşan çeşitlemeleri ile ortaçağlardakinden daha incelikli bir biçimde sürmektedir.
Bilginin türü ne olursa olsun, kaynağının, elde edilme yöntemlerinin, gerçeklikle kurulan ilişkisinin insan boyutlu olduğu dikkate alınmalıdır. Bilginin kimi zaman ilerlemeci, kimi zaman döngüsel, kimi zaman gerileyen yapısı, aktörünün insan olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
İnsan(lar) ın ürettiği bilginin çokluğundan söz edebiliriz. Evrenin sonsuzluğu içindeki küreciğimizde yaşayan bizlerin “bilgi” adına ve bilgilerimiz uğruna birbirimizi kırıma uğratmamız ne kadar da us! dışı…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder