Kendi Düşüncemiz Üzerine

Bu metnin genel olarak düşünmeye çağrı olarak okunmasını öneriyorum. Ne üzerine mi? Kendi düşüncelerimiz üzerine...

Olanaksız olduğunu bilerek deneyelim. Kendimize dünyanın dışından bakıyor olduğumuzu varsayalım. Önce zihnimizin devindiği üst kültürden, sonra aile yapısına kadar daha alt katmanlardan sıyıralım kendimizi. Düşüncemizi etkilediğini varsaydığımız her şeyden. Yalnızca kendimize değil diğerlerine de bu gözle bakmaya çalışalım. Sonra soralım. Niçin öyle düşünüyor(d)um? Bu soru önemlidir. Çünkü duygu ve düşüncelerimiz tutumumuzu belirler, tutumumuz da aldığımız karar ve eylemlerde belirginleşir. Devam edelim...

“A” niçin sürekli muhalif. “B” niçin açılıma kapalı önermeler ile düşünüyor. “C” niçin bir inanç (dinsel anlamda değil) kümesi bağlamında hep benzer yanıtlar veriyor. “D” niçin bu kadar tarafsız kalma çabasında. “E” niçin sürekli ironik ve üstten bakışlı bir söylem içinde. “F” niçin, doğruluk arayışında sınırlı bir bilme yöntemi kullanıyor (dogmatik, sezgisel, bilimsel, düşsel...) “G” niçin hemen aşırı sert tepki veriyor. “H” niçin bu kadar soğukkanlı. “I” niçin kırılgan.... ”K” niçin bireysel yaşama odaklı, “L” niçin toplumsal sorunlara öncelik veriyor. Diğerleri...

Görüldüğü gibi bu yaklaşım düşüncenin içeriğine değil, düşüncenin sahibinin niyetine odaklanan bir tutum. Bir anlamda onun ideolojisine, ya da sahip olduğu, edindiği dünya resmine...(Bu resmin kendisi değil, bu resmin nasıl oluştuğu sorusu...)

Sorularımızın yanıtları, toplumsal gerçekliğimiz ve bireysel yaşamöykümüzde bulunabilir. Eylemlerimizin gerisinde hem toplumsal etkenler, hem de benlik özelliklerimiz yer alıyor.
Her anlamda özgür ve iyi yaşam sürdürdüğünüz inancındaysanız, kendiniz üzerine düşünmek, belki de zamanınızı boşuna harcamak olacaktır. Ancak insanlar bazen, hem kendilerine hem de başkalarına zarar veren koşullarda da dengelerini kurabilirler. İşleyişin kendi çıkarına olduğu durumlarda bu daha da belirgindir. Bu nedenle, başkalarına zarar verdiğinizi dikkate alarak da kendi düşünceleriniz üzerine düşünmelisiniz.

Bu sorulara yanıt ararken beklentimiz nedir? Beklentimizi, düşünümden önceki “yanlış bilinç” ve “yanılgı” hem de “özgür olmayan varoluş “ durumuna tanı koymak olarak belirleyebiliriz. Özgür olmayan varoluş kendi kendimize dayattığımız zorlamadır. Yanlış bilinç ise bir tür kendi kendimizi, dayanağı olmayan korkuların etkisiyle eyleme sürükleyen bilinçtir.

Bizler, inanç edinme ve taşıma özelliği yanı sıra, kendi inançlarımızı eleştirme ve değerlendirme yetisine de sahip olduğumuzu unutmamalıyız.

Bilinç biçimimiz veya dünya görüşümüzün temelindeki bilgimize esas olan epistemik (bilgisel) ilkeler üzerine düşündüğümüzde bunlardan bazılarının kabul edilmez olduğunu görmemiz güçlü bir olasılıktır.

Raymond Geuss’un “Eleştirel Teori” adlı yapıtını okuduğumda başlangıç sorularıma bazı yanıtlar bulduğumu gördüm. Yapıt bu yazının girişinin de esin kaynağı oldu. Bundan sonrası andığım yapıtın özellikle son bölümünün özet okumasıdır diyebilirim.

Kendi düşüncemiz üzerine düşünmek bir yanıyla bilinç içeriklerimizi büyüteç altına almaktır. Bilincimiz bir kısmını bilebildiğimiz etkenlerle biçimlenir. Bu etkenlerin içinde çoğu kez kendimize dayattığımız toplumsal zorlamalar vardır.

Dahil olduğumuz toplumsal kümenin edindiği dünya resmi (dünya görüşü) işte bu farkında olmadığımız zorlamalarla oluşur.

Her failin bir epistemik ilkeler kümesi, yani hangi tür inançların kabul edilebilir olduğu ya da olmadığı ve inançların nasıl kabul edilebilir ya da edilemez olduklarının gösterilebileceği gibi konularda en azından temel bir ikinci-düzey (temel) inançlar kümesi vardır. (Geuss, 2002 :94)
İnançların temelini oluşturan bu bilgibilimsel tutum, aynı zamanda felsefi duruşun da belirleyicisidir. Bazı insanlar, değişen derecelerde kuşkucu, değişik tonlarda kesinlikçi, veya anlamayı temel alan tutumlara sahip olabilirler.

Daha sıradan inançlar kümesine örnek olarak, şunları söyleyebilir miyiz? Anne babanın söylediği şeyler doğrudur. Cemaat lideri en iyisini bilir. Bilimin çıkarımları kesinlik taşır. Devlet büyükleri yanılmaz...Öğretmenimin öğrettiği doğrudur...Geleneklerden aktarılanların doğruluk değeri fazladır...Medya ya inanılmaz ya da bunların tersi.

Eğer bizler, sahip olduğumuz bir inanç (burada dinsel temelli değil, her türden inancı kastediyorum) hakkında, onu edindiğimiz koşullar ve bilgi ışığında dönüşlü olarak düşünseydik (dönüşlü düşünme burada, kendi bilgimizin varoluşsal koşulları üzerine düşünme) o inançtan vazgeçerdik diyebiliyorsak, o zaman bu inancı bizler için kabul edilemez' olarak adlandırabiliriz.

Failler epistemik ilkelerini çoğunlukla kendi gruplarının diğer üyeleriyle paylaşacaktır ve faillerin tıpkı istek ve çıkar oluşturmak için hangi koşulların iyi, hangilerinin kötü olduğu konusunda görüşleri olduğu gibi, farklı türlerden inançlar oluşturmak ve edinmek için hangi koşulların iyi, hangilerinin kötü olduğu konusunda da görüşleri olabilir.

Fiili eleştiri pratiklerini - hangi inançları kabul ettikleri ve hangi koşullarda hangi inançları reddettliklerini - gözlemleyerek onlara kendilerinin hiçbir zaman belirlemedikleri bu tür bir ilkeler kümesi atfedebiliriz...

Ben bu çıkarım doğrultusunda kendime şöyle bakıyorum:
-Bireysel tutumum ve insanlara bakarken bu tutum altındaki bilgi yapım, karmaşık aile ilişkilerimdeki gözlemlerim sonucu oluştu.
-Bir erkek olarak kadınlar hakkındaki bilgim, anne ve babama yönelik gözlemlerimden kaynaklanıyor. Ya da delikanlı sohbetlerindeki ortak inanç paylaşımından gelen bilgilere sahibim.
-Yaşadığım anarşik ortam içinde “çok güçlü devlet yapısının” iyi olduğu bilgisini edindim.
-Belli bir inanç kümesine yoğunlaşmış eğitim sürecinde, sahip olduğum bilgileri edindim.
-Taşradan kente geldiğimde...yalnızlığımı paylaştığım ve yaşam zorluklarını giderdiğim “A” grubunun inançlarını kabullenmekten gelen bir bilgi birikimine sahibim...

O zaman kendime soruyorum: Bu koşullar benim bilgimin doğruluk ve yanlışlığı konusunda yeniden düşünmemi gerektiren etkenler taşıyor mu?

Bilgi edinme ya da inançların oluşması, bu durumda iki kademeli bir süreçten geçmektedir. İlk kademede, edineceğim bilgi üzerine bir düşünceye ya da epistemik ilkelere sahibimdir. İkinci kademede, bilgiyi bu ilkelere göre edinirim.

Örneğin dinsel alanda kutsal kitapların söyledikleri dışında bir yorumum olamaz. Bu alanda bilimin öne sürdüğü bilgi içerikleri yanlıştır. Böyle bir epistemik ilkeden sonra, artık ben, din alanındaki bilgilenimi sadece kutsal kitaplara başvurarak edinebilir ve onları doğru kabul ederim.

Kant’ın “kendinde şey bilinemez” yaklaşımı ya da us, zorunlu ve evrensel doğruları bulmaya yetilidir, demek de, epistemik ilkeler kümesi içinde kabul edilebilir.

Çünkü bu sorular “bilme biçimimizi” ilgilendirmektedir. Yanlış bilinç ile bilgi edinme sürecimizdeki inançlarımız çok yakından ilgili görünmektedir.

Eleştirel teori, bilinç biçimimizin yanlışlığını gösterirken, ki bu aynı zamanda dünya görüşümüz de demektir, epistemik ilkeler veri olarak alındığında, bu ilkelerin kabul edilip edilemez olduğuna bakarak karar vermektedir.

Başka bir deyişle, senin bilinç biçimin yanlıştır, çünkü onu oluştururken kullandığın bilginin edinilme sürecinde sorunlar vardır demektedir.

Tüm eleştirel girişimin dayandığı varsayım, eleştirel kuramın hitap ettiği faillerin ideolojik olarak vehim içinde oldukları, yani yanlış bilince maruz kaldıklarıdır. Bu yanlış bilinçten kurtulmanın yolu, bilinç biçimlerinin bir kısmının dönüşlü olarak düşünüldüğünde kabul edilemez olduğunu anlamalarını sağlamaktır.

Ancak dönüşlü olarak düşünüldüğünde kabul edilemezlik için kullanılan argüman, faillerin epistemik ilkelerine yapılacak bir başvuruya bağımlıdır. Ama, eğer faillerin epistemik ilkelerinin kendileri, faillerin geleneksel bilinç biçimlerinin bir parçasıysa, bu ilkelerin kendilerinin “ideolojik olarak çarpıtılmış” olduklarını nasıl bilebiliriz? Faillerin yanlış bilinci ne kadar derine kök salmışsa o kadar özgürleşmeye ihtiyaçları vardır; ama epistemik ilkelerin bir çözüm değil, sorunun bir parçası olma ihtimali de bir o kadar yüksektir. Dolayısıyla Habermas’a göre eğer bir bilinç biçiminin bir parçası, failler tarafından yalnızca zorlama koşulları dışında kabul edilebiliyorsa, dönüşlü olarak düşünüldüğünde kabul edilemezdir. (Geuss,2002:98)

Bu yazıda “eleştirel kuram”ın çözümlerine girmeyeceğiz. Her tür inancınızı bırakın da demiyorum. Bu bir açıdan olanaksızdır da. Çünkü, inançlarımızın toplamı, içinde yaşadığımız kültürel çevrede varoluşumuzun dayanağıdır.

Özetle önerim şu; bireysel ve toplumsal kişiliğimizin ürettiği düşüncelerimiz üzerine daha fazla düşünmek ve düşüncelerimizi temellendiren bilgi tutumuna “doğru” bir bilinç ile yaklaşmak. Savunma düzeneklerimizi işletmeden bunu cesaretle yapmak.

Kaynak: Geuss.R.(2002) Eleştirel Teori, İstanbul, Ayrıntı Yayınları Çeviri: Ferda Keskin

B.Berksan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder