Benlik ve Tin

Başlarken
Felsefe Ekibi Dergisi’nin “Benlik” dosyası kapsamında, benlik ve tin ilişkisine değineceğim. Bu temellendirilmesi zor iki kavram arasındaki ilişkiyi, Joel Kovel’in “Tarih ve Tin” başlıklı yapıtından yaptığım seçmeler ile ortaya koymaya çalışacağım.

“Benlik” ağırlıklı olarak psikoloji alanında, tin ise daha çok felsefece düşüncenin birikimi ile anlamlandırılıyor.

Bu iki kavrama (terime) yönelik  sorular,  zihnimizde bazı ilişkiler kurulmasına yardımcı olabilir.

“Ben ne”yim. “Ben” kimim?  
“Ben” (ego) “benlik” denenin neresinde?
“Benlik” “Ben” ilişkisi nedir?
“Benlik” sorunlarından söz etmek, “benlik” kaygısı taşımak, gibi tümcelerde gönderme yapılan “benlik” in neliği üzerine neler biliyoruz.
Benliğimizin derimizin rengiyle ( beyazlar arasında siyah olmak gibi) ilişkisi var mı?
Kadın veya erkek olmanın benliğe yansımasından söz edebilir miyiz?
Amazon Ormanlarında yaşayan A kabilesi mensuplarının benliklerinin farklı olduğunu düşünebilir miyiz?
Benliğin, toplumsal ilişkilerin toplamı olduğunu söyleyebilir miyiz?
Peki…Tin nedir?
Tinsellik dediğimiz bir şey var mıdır? Varsa insanın doğasında mıdır? 
Biyolojik bir yaşamım var bedenimle ilişkili. Tinsel bir yaşamım var,  “ruh”umun varlık kazandığı. Tinsel ve biyolojik yaşamımın ilişkisi nedir?


Aynı biyolojik bedene sahip olmamıza rağmen;
  1. Kimilerini halı üstündeymişçesine, ateşe basarak yürüten güç nedir?
  2. Zihnin, her tarafını bombalarla donatıp, kendinin de konumlandığı bedenin yok olmasına aldırmamasının nedeni nedir?
  3. İnançları nedeniyle, dünyadan koparcasına cezbeye kapılan, “normal” insanların benliklerinin taşma halinin kökeninde ne var?
  4. Modern insanın, sahip olduğu nesnelere yönelik tutkusu nasıl açıklanabilir?
  5. Sahip olduğu ev hayvanlarını, kimileri için, diğer insanlardan daha önemli kılan nedir?
  6. İnsanları ya da kitleleri,  taraftarı olduğu takım uğruna, olmayacak çılgınlıkları yapmaya yönelten, kolektif gücün kaynağı nedir?
  7. Ya aşkın sınır tanımaz gücü, nereden gelmektedir?

Hemen belirtmeliyim ki bu metin,  yukarıdaki sorulara hepimizi tatmin edecek yanıtları vermek iddiasında olmayacak. Sorularımıza psikanalizin temel şablonu içinde bazı yanıtlar bulabiliriz. Psikanaliz, Ego (ben), süperego (üstben), id (o) bölümlenmesi içinde, nedenini açıklamakta zorlandığımız davranışlar için “id” i adres göstermektedir. Ego üzerine süperego’nun nasıl işlediğine yönelik ikna edici yorumları da biliyoruz


Bazı belirlemeler yapalım:
-Ben her şeyden önce canlı bir organizmayım. Bedenim.
-Bedenimden soyutlanması olanaksız ruhsal bir yanım var.
-Dünyada yaşıyorum.
-Dünyada benden başka varlıklar var. Canlı ve cansız bu varlıklar ile etkileşim içindeyim.
-Kendimi, dünyayı, ötekileri bilincimde konumlandırıyor ve anlamlandırıyorum.
-Ben, aynı zamanda, eğitilmiş, geleneklerin içine doğmuş bir kültür varlığıyım. Kültür varlığı olarak tarihin içinde yer alıyorum.
-Ne olduğum konusunda düşünmeye başladığımda, değişik bilme tarzlarının oluşturduğu modeller ile karşılaşıyorum.
-Yaşantım içinde, duygu ve düşüncelerim doğrultusunda davranışlarda bulunuyorum. Bazı davranışlarımı anlamlandırmakta güçlük çekiyorum.

Tin, benlik ve ruh terimlerini kullanmayı amaçladığım giriş bölümünden ve düşünümümüze çerçeve oluşturacak belirlemelerden sonra, Kovel’in terimcesiyle bu kavramlara biraz daha yakından bakalım.

Tin
Tin, felsefi terim olarak, “en genel anlamda evrenin usunu, canlılığını, doğasını anlatmak için, kendisine başvurulan özdeksel (maddesel) varlığı olmayan “töz”” (Felsefe Sözlüğü) anlamına geliyor.
Tin kavramının modern dönemdeki kullanımı, dile getirdiğimiz sorular bağlamında daha anlamlı olacaktır. Bu kapsamda tin kavramı, “bilinç yaşantılarının ya da durumlarının, kişinin benliğini oluşturduğunu varsayılan düşünsel, duyumsal ve etik yetilerin bütününe verilen ad için kullanılmaktadır.” (Felsefe Sözlüğü)
Tin’e verilen bu anlam, tinin bir boyutuna, benliğe,  yani kişinin zihinsel temsiline gönderme yapar. Tin’in bütün bir kişiyi tanımlayan kullanımı da vardır. “Özgür bir ruhu vardır, dediğimizde, benliğin tin karakteri, bütün bireyle eş anlamlıdır.” (1994:56)
“Tin bir töz değildir. ( Felsefi tanımının aksine, Kovel tin’i töz olarak görmez.) Tin, insanın varoluşsal sürecinde, belli etkinliklerde ortaya çıkan bir ilişkidir. Tine sahip olmaktan söz etmek yerine, bir tür “varlığa” ulaşabildiğimiz oranda tinsellik kazanırız.”demek daha doğru bir söylemdir. “Beden ve zihin bir birlikseler, o zaman tin bu birliğin varlık kazanması olarak görülebilir”(Sh: 34) (Giriş bölümünde dile getirdiğimiz insan eylemlerini anımsayalım.)



Anlam çokluğu içinde “tin teriminin tek tutarlı anlamı, öncelikle yaşamsal önemi olan, güçle donanmış, ancak doğrudan duyusal algının ötesinde olandır.” “Onun mevcudiyeti yoktur, fakat güçlü bir şekilde mevcuttur” (Sh:31)
Tin’in, insan tarihi ve doğasının geniş çerçevesi içinde “çok- boyutlu” yapısı vardır: “Tin-güç açısından (tinle dolu oluşu), bulunmayan varlık olarak (ataların ruhu), sahici(otantik) anlam olarak (68’li ruhu), arzuyla ilişkili olarak (ruhun tenle karşıtlığı) ve mutlak varlık olarak… (Tanrı problemi) “(Sh:16)
Tinselliğin var olduğu  ya da tin-varlığın görüldüğü her durumda tin-güç de vardır. Tin-güç bazı durumlarda hepimizin hissettiği bir güçtür. Söz konusu olan öz-gücümüzü aşan, tarifsiz bir ek güçtür. “Tin-güç” ün pratik etkinliğe yol açtığı durumda, kişi tin ile dolmuştur diyebiliriz. Böyle bir durum, “normal” benliğimizden “başka” biri olduğumuz, güçle dolduğumuz ve normal kapsamımızın ötesinde hareket edebildiğimiz bir durumdur.”
Bizim için tin-varlıkların en canlı örneği anne ve babalarımızdır. “Ben” imizin dışındaki tüm “insan ötekiler” arasında (ayrımlar olabilir) anne ve babalar bizim açımızdan tinsellik kazanmış varlıklardır.
“Tinsel sorun, benliğin içeriği ile ilgili değil, benliğin bağlandığı, benlik olmayanın (öteki) varlığı ile ilgilidir.”
Her birimiz bireyselleşmiş benliğimiz ile ait olduğumuz grup varlık (aile, klan, sınıf, ulus, cemaat) arasında diyalektik içindeyizdir. Bu gruplar, tin-gücün ifade bulduğu sahnelerdir.
“İnsanların tinsel olarak yapılandırıldığı, tinselliğin, varlık yokluk yönünden bir sorgulanışı olduğunu, sorgulamanın tam bir yanıtı olmadığını, reçeteleri çıkarılabilecek bir tinselliğin bulunmadığını fark edersek , tinselliğin bu dünyada, yani tarihte cereyan eden sürekli bir buluş ve mücadele süreci olduğunu söyleyebiliriz.” Burada tinselliğin dinsel-mistik boyutu aşan yanına dikkat çekmek isteriz. Dinsel-mistik bağlamda tin kavramını dilimizdeki “maneviyat” sözcüğü ile ilişkilendirebiliriz. Manevi güç, manevilik de aynı kapsamda değerlendirilebilir. Moral değerler, moralin yüksek veya düşük olması gibi söylemleri de  tin kavram ailesi ile birlikte düşünebiliriz.
“Ruh” kavramı “tin” kavramına paraleldir. Bu kavram geleneksel toplumdaki aynı “her yerde mevcudiyeti” ve modernliğin tinden uzaklaştırılmış koşullarındaki marjinalleşmeyi gösterir. Tin ve ruh arasındaki ana ayrım ruhun, tinsel olarak görülen kişinin bir özelliği olmasıdır. Tin daha genel bir terimdir ve kişi ile evren arasındaki bir ilişkiyi belirtir; oysa ruh bu ilişkiyi yaşamakta olan kişiyi belirten daha benliğe yönelik bir terimdir.”( Sh : 47)
Ruh bize tinden daha yakındır. İlişkilerden doğan tinselliğin benliğimizdeki formudur.

Benlik
Bazı kavramları, doğru biçimde ve yerli yerinde kullanırız. “Benlik” de bu tür kavramlardandır. Ancak, benliğin neliği üzerine düşünmeye başladığımızda kendimizi karmaşanın içinde buluruz. Benliğin tanımlanamazlığı üzerinde birçok yazar uzlaşma halindedir.
Aynı biyolojik bedenin içinde konumlanmamıza karşın, insanlar birbirine farklı bütünlerdir. Her birimizin dış dünya(evren) ile ilişkisi farklıdır. Belirleyemediğimiz değişkenlerin etken olduğu çok karmaşık bir ilişkidir bu. Benliğin bölümlerinden değil de boyutlarından söz edebiliriz belki.


Kovel’in tanım ve belirlemeleriyle devam edelim.
“Benlik, aşk gibi herkesin kullandığı, ancak kimsenin tanımlayamadığı sözcüklerden birisidir.” “ Yapabileceğimizin en iyisini yapıp, benliği merkezinde birinci şahıs zamiri bulunan zihinsel temsiller topluluğu olarak tanımlayacağız.”
Her şeyden önce benlik, “ben”i de içine alan daha geniş kapsamlı bir kavramdır. Benlik kendiyle özdeş değildir. (Sh: 64) Benlik kendi dışındaki şeylerle (ötekilerle) varlık kazanır. (Öteki’ne aşağıda daha geniş değinilecektir.)
Benlik dünyayla ilişkisinde hep yeniden tanımlanır. 
Ego (Ben), bireyselliğin öne çıkardığı bir kavramdır. Psikanalizin nesnesi “ben” dir.

Ego’dan söz ettiğimizde, benliğimize de vurgu yaparız. Ego ötekileri ikincil kılacak şekilde eyler. Ya da bizim ego tasarımımız böyle bir anlamaya yol açar. Egomuz isteyendir, kendi için tüketendir.
Ego şekilsiz “id”i bastırır. İnsanlar ve gerçeklikler arasında sınır koyar (Sh:107) Ego koyduğu standartlar ile duyular üstü algı ve mistik bilinçlenmeyi dışlar.
Kovel tam burada, Ego ile ruhu ayırır. Ego’ya özgü bilinç, duyuların doğrulayamadığını dışlarken, “ruh” a özgü bilinç herhangi bir sınırlama yapmadan, diğer varlıkları değişik düzeyde kavrar. Ego bilincinin ana görevi ruh bilincini bastırmaktır. Ancak ego-ruh ilişkisi iyi-kötü ilişkisi gibi de görülmemelidir. “Hepimiz tarihsel etkinliğimizde bir çatışma halinde bulunan egosal ve ruhsal yönlere sahibiz. Önemli bir noktada biri ya da diğeri ön plana çıkabilir ve o noktayı belirler”( Sh:106)

Benlik ve Tin

Benlik, tin ve ego kavramlarına kısaca değindikten sonra, benlik ile tin  arasında bazı ilişkileri daha rahat kurabiliriz.

“Bazı kullanımlarında tinin bir boyutu, benliğe yani kişinin zihinsel temsiline gönderme yapar.”

“İçsel olarak, tin varlıklardan oluşmuş ruhlar olduğumuz düşüncesi, rasyonel toplumun gereklerine ve sağduyusuna aykırıdır.” (Sh:57) “Modern bakış bu anlamda benliğin tinden uzaklaşması sonucunu doğurmuştur. “

“Tinler öteki insanlar ve evrenle ilişkilerin yapıtaşlarıdır. Tin varlıklar benliklerin parçasıdırlar. “(Sh:61)

“Tinsel şeyler, benliği varlığa bağlayan “ötekiliğin alanında olup biter”

Benlik soyut bir kendilik değildir. “Onun varlıkla ilişkili olarak ötekiliği vardır.  Tinsel şeyler benliği varlığa bağlayan ötekiliğin alanında olup biter.”( Sh:63)
Tinsel sorun benliğin içeriği ile ilgili değil, benliğin bağlandığı bir benlik olmayanın (ötekilik) varoluşu ile ilgilidir.

Nedir öteki?
“Öteki’ni, benliğin de ait olduğu daha geniş kendiliğe ait bir şey olarak ve benliğin kavrayabileceğimiz  ve ifade edebileceğimiz bütün yönlerini tanımladıktan sonra, geriye kalan şey olarak düşünmeye başlayabiliriz.” (Sh:62) “Öteki dediğimiz, yaşam gerçeğinin, tarihsel yaşam koşullarının, diğer varlıklara duyulan sevgi ve nefretin, yaşamın kendi dokusunun üzerine bıraktığı izdir. (Sh: 65) “Ötekiliğin ve ötekilik ilişkilerinin, hepimizin bildiği başlıca şekilleri “doğa, aşk, vicdan (Freud-superego), devlet, tanrı, şeytandır.”


  “Benliğin insan varlığı için hem gerekli hem de esas olduğunu, ama tinden uzaklaştırılmış toplum insanları böyle düşünmeye itse de , benliğin varlıkla özdeş olmadığını  ileri sürmek istiyorum. Bu aynı zamanda benliğin sınırlarını belirleyen psikoloji söyleminin, gerçekliğimizin tümünü kavramada sandığımızdan daha güçsüz olduğu anlamına gelir. Nitekim  benlik sadece pozitif benlik değildir; onun , varlıkla  ilişkili olarak Ötekiliği vardır ve tinsel dediğimiz şeyler benliği varlığa bağlayan Ötekiliğin alanında  olup biter.” ( Sh:63)


“Yarılma, öteki’nin benlikle herhangi bir ortak” varlığa” sahip olduğunun tanınmadığı bir “varlık” biçimine karşılık gelir. Ötekilik sadece öteki varlıklara ait değildir. O bizim varlık biçimimize kazınmıştır; o insan olma biçimimizdir. Bu ise,  “Bilinç,özbilinç ve dil’in ötekiliğin tezahürleri” olduğu anlamına gelir. (Sh:74)

“Tin’in takındığı benlik tarzının yaşamdaki karşılığı nedir? Ruh mu? Ruhun bir formülü olamaz. Çünkü mutlak, evrensel bir tin yoktur, evrensel bir benlik de. “


Bitirirken

Tin-benlik ilişkisini, bu ilişkinin görünümlerini, diğer kavramlarla örtüşme ve değme noktalarını Kovel’in yapıtına sadık kalarak ve büyük oranda onun söylemiyle aktarmaya çalıştım.

Dilin gerçeklikleri temsil sorunu, böyle zorlu alanlarda daha da ortaya çıkmaktadır. Ne benliğin, ne de tinin bütünlüğünü temsil edecek dile sahip olmadığımızı biliyoruz. Tinsel halleri belki büyük yazarların anlatılarında daha yakından duyumsayabiliriz . Benliğin tinsellikle  dolması ve onun dille ifadesini de, yine daha çok şairlerin başarabileceğini söyleyebiliriz.

Tinsellik,  her görünümüyle olumlu olarak nitelendirilemez. Tinselliğin, yıkıcı, yakıcı, dışlayıcı, benliğe ve ötekilere zarar veren halleri vardır.

Doğaya, insanlığa ve insana zarar veren tinsellik görünümlerini ve bunların ürettiği tin-güç’ün karşı konulamaz taşkınlığını tarihteki örneklerinden bilmekteyiz.

Ötekileri kendi arzusunun nesnesi yapan, egosal benliğin ilişkilerinden doğan tinsellik, her şeye sahip olma ateşi ile yanıp tutuşur.

Etnik, dinsel kökenli kıyımlar, tin güç ile dolmuş benliğin eyleme geçmesi ile gerçekleşmiştir. Bu eylemlerdeki ruh halini,  “kötü” olarak nitelendirmek,  sanıyorum haksızlık sayılmaz. Benlikleri, hegemonik çıkarlar için, “yapay ötekiler” üreterek tin güçle doldurmaya çalışmanın ve bu tin gücü insanlara ve insanlığa karşı kullanmanın acılı sonuçlarını tekrar tekrar yaşıyoruz.

Kaynakça:
1. Kovel, Joel,  Tarih ve Tin, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 1994
2. Haz: Güçlü, A.Baki- Uzun, Erkan- Uzun, Serkan-Yoksal, Ü. Hüsrev ,  “sarp erk ulaş” Felsefe Sözlüğü, Bilim ve Sanat Yayınları , 2002, Ankara


BBerksan.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder