Olması Gerekenlerin Dayanılmaz "Ağırlığı

Ferda

OLAN ile OLMASI-GEREKENLERİ iki ayrı düzlemde çözümlemek gerekiyor;
1-DOĞA ALANI: Bu kavramla gösterilmek istenen, insanın KÜLTÜR denilen yapıp-etmelerinin dışında kalan TÜM varlık alanlarıdır. İnsanın biyolojisi de "doğal" bir alandır. (DOĞALLIK doğa alanının zorunlu uzantısıdır, YAPAYLIK ise KÜLTÜR alanının zorunlu uzantısı). Çocuk doğum anından itibaren- öncesinde başladığını söyleyenler de var- yapaylaştırılmaya, bedensel ve zihinsel anlamda giydirilmeye başlanır.
Doğanın kendisine dayanan doğal alanda, OLAN ve OLMASI gereken ayrımı yoktur. Olanlar öyle olmaları gerektiği için öyle olmaktadırlar.Yağmur şöyle yağmalıdır, rüzgar şöyle veya şöyle de esmelidir diyemeyiz.
(Eğer doğadaki şeyleri ve olayları, doğa ÜSTÜ-DIŞI "aşkın" bir bilincin belli EREKLERE göre tasarladığını düşünüyorsanız bu durumda, bunu sorgulayabilirsiniz ve "bu ne biçim doğa, o aşkın gücün tüm olanakları bende olsaydı daha MÜKEMMELİNİ tasarlayabilirdim" deme hakkınız var. Ama doğayı KENDİNDE bir varlık alanı olarak görüyorsanız; Bu olanlar niye böyle oluyor, şöyle/böyle olmalıdır diyemezsiniz.)
Diyemeyiz çünkü bizim, başka bir mümkün DOĞA tasarımımız yok. Bu evrenin doğasının yanında, bildiğimiz başka DOĞALAR DA olsaydı (başka bir DOĞAYI bile-bilir miyiz sorusunu saklı tutuyorum) ve aynı noktada bizim SEÇE-BİLMEYE dayalı bir İNSİYATİFİMİZ olsaydı o zaman doğanın OLMASI gerekenini arardık. Bu doğanın atomsal ve altı parçacıklarının dizilişi yanlış, şunları bir düzelti-verelim derdik...(tabii "neye göre" sorusunu saklı tutmak kaydıyla) Bu açımlamadan çıkan SONUÇ:
OLMASI GEREKEN en sayıda seçeneklerin ve o seçeneklerin içinden birini İNSİYATİF VE YETERLİLİĞİNİN olup olmamasına bağlıdır.
2-KÜLTÜR ALANI: Bu kavramla gösterilmek istenen alan, İnsan denilen varlığın doğaya eklemlenmesinden sonra, onun ortaya koyduğu ve koyabileceği her-şeyi kapsıyor. (Evler, dinler, şiirler, elbiseler, diller, masallar v.s)
İşte olan ve olması gereken ayrımı bu noktada başlıyor. O elbise şöyle de dikilebilir, o şiir şöyle de yazılabilir, o din şöyle de olabilir veya dinler olmaya-bilirdi, ortadan kaldırılabilir de, kalkıyor da zaten bazıları, şöyle de davranılabilir bu olay karşısında, aşk-sevgi-dostluk şöyle de olabilir, burjuvazi şöyle de olabilir veya "sökülüp" atılabilir.
Kısaca bir yanda "OLANLAR", bir yanda da "OLMASI GEREKENLER". (Özellikle bu olması gerekenler, insanlık tarihinde "felsefece" düşünenlerin hep ilgisini çekmiştir ve bu ilgi çekiminden, oldukça fazla, ilginç doğumlar gerçekleşmiştir. Nietzsche'nin ÜST-İNSANI, Hegel’in mutlak TİNSELLİĞİ, Eflatun’un İDEALAR dünyası, Parmenides'in BİR olanı, Thomas Moor’un ÜTOPİASI, (Marks’ın KOMÜNAL toplumu ki buradaki olması gerekenin kendine "özgü" özellikleri vardır) v.s. Eş-deyişle OLANLAR (genel anlamıyla) daha çok bilimsel disiplinlere daha YATKIN olanların ilgisini çekmiştir. Felsefece düşünenler, bir anlamıyla HEP, mutlak, salt, TANRISAL olanın "peşinden" koşmuşlardır...)

Parantez başına dönelim...Bu ayrım ister bireysel bağlamda isterse toplumsal bağlamda olsun insanımsıların "nüfuz" edebildiği her yerde, derin uçurumlar halinde yaşanır. Bir yanda anneliğin olması gereklilikleri, bir yanda olanlar, öğretmenliğin olması gerekenleri, siyasetçinin, babanın, komünistin, inançlının, aşkın, sevginin ve İNSANIN, HELE DE onun! Aradaki mesafeyi ölçmek ise "sizin" DEĞER-ÖLÇÜTLERİNİZE kalıyor.
Bu alandaki sorunları daha da net bir şekilde ortaya koymak için bazı sorular formüle edelim. Zihin denilen “sorular” bağlamında daha kolayca düşünebilmektedir.
İşte tam da bu noktada kritik OLAN sorular şunlar:
1-Olanlar niye bunca, olması gerekenlerin UZAĞINDA...?
2-Bu mesafe "giderek" azaltılıyor mu yoksa "değişen" hiç-bir-şey yok mu?
3-İnsanı devindiren-bu aralık mıdır? Aralığın SALT anlamda kapanması, insanın bitmişliğini de getirir mi? Bu paradoksal bir durum mudur?
4-Olanlar olması gerekenlere yaklaştırıldıkça, olması gerekenlerin "limitleri" artmakta mıdır? Eş-deyişle olması gerekenler zamanla, niteliksel ve niceliksel olarak ARTMAKTA MIDIR ki bu mesafe kapanmamaktadır?
5-Eğer "öyleyse", olması gerekenlerdeki bu artış, doğal mıdır, yoksa şişirme, yapay mıdır? İnsan haddini "aşıyor" diyebilir miyiz? İnsan OLANI ve OLANAKLARIYLA yetinmelidir diyebilir miyiz? Dindarca yaşayanların "göreli" olarak daha rahat olması(MIDIR) bu "şükürcülüklerinin" bir sonucu mudur?

KÜLTÜR alanının OLMASI GEREKENE doğru ucu açıktır ve değişik şekillerde DE olabilirlikleri potansiyel olarak içerir.
VE İNSANIN "ÖZÜ-GÜRLÜĞÜ" DOĞA ALANINDA DEĞİL "KÜLTÜR" ALANINDA BAŞLAR
(Diğer yandan kültür alanının doğal olan alanla ilişkisi, etkileşimi oldukça ilginç ve geniş ve derin bir çözümlemenin konusu olabilecek kadar doğurgandır. Kültür alanı giderek DOĞAYI yutabilir mi? İnsan oğlu, rüzgara, suya ateşe ve onların DOĞALARINA hakim olup onları yeniden yapılandırabilir mi? Yapay zeka, yapay insan, yapay ağaç tartışmaları bu bağlamda ortaya çıkmaktadır. (Burada doğayı etkilemek değil DE onu yeniden YARATABİLMEK düzeyindeki bir müdahaleden söz-ediliyor) İnsanoğlu denilenin GİZİL amacı da budur işte...Her şeyin EFENDİSİ olmak. Bu oldukça BÜYÜK ve İDDALI bir kumar ve bu kumarla insanoğlu "belki de" kendi var-oluşuna (varsa eğer) REST çekmektedir. Her şeyi bilen, bulan her şeyi YAPABİLİR, YARATABİLİR...Bi-gün, taşın kedinin ve insanın atomsal dizilişinin ve alt dizilişlerinin FORMÜLASYONUNU tamamen ele geçirebilirsek, taşı kedi, kediyi insan veya insanı da taşa çevirebiliriz...Bu noktadaki kritik soru ŞU:
İNSANOĞLU NEYİ YAPMAK İSTİYOR PEKİ VEYA NEYİ YAPMAK İSTEYECEK?
Her şeyi bilen ve yapa-bilen, yaptığından zevk almaz, her şeyi TÜKENMİŞTİR. Veya yapmaya gerek duymaz. Yapmayı getiren zorlayıcı faktör, yapabilecek miyim veya yapınca nasıl olacağına dair beklentidir. Bir ilişkiye başlarken o ilişkinin sonrasında NELERİ, NE KADAR VE NASIL yaşayacağımı biliyorsam bunun tadı-tuzu da kalmaz ki! Veya bu günden, yarınımın ne ve nasıl olacağını TAMAMEN her şeyi ve yönüyle biliyorsam o zaman yarınımın anlamı kalmaz ki!...Neyse sorgulamalar uzayıp gidiyor, paran-TEZİN başına dönelim)
Kültür alanının ucunun açık olması, OLAN-OLMASI GEREKEN ayrımını ortaya çıkarıyor. Olması gerekenin DE olduğu her yerde, OLANIN eksikliği, yetmezliği söz-konusudur. OLAN aşklar, dostluklar, toplumsal yapılanmalar OLMASI gerekene göre yetersiz, kusurlu. Bu durumda olanları YENİDEN "ÜRETMEK" gerekir...
PEKİ OLMASI GEREKENLERİ BELİRLEYECEK OLAN merciler ne ve/ya kimlerdir?
KÜLTÜREL YAPILANMALARDA "OLMASI-GEREKENLERİ" BELİRLEYEN BEŞ TEMEL ALAN SAYABİLDİM; AHLAKİ-DİNİ-İDEOLOJİK/SİYASİ-RESMİ SÖYLEMLER VE MODA "TELKİNLERİ"....
Bunların tümü de bazen tek-tek bazen de beşi bir yerde olarak, İNSAN denileni "İĞDİŞ" ETMEYE, onun bir BİREY olabilme olanaklılığını elinden ALMAYA çalışmaktadırlar.
ÇÜNKÜ YUKARIDAKİ ALANLAR, GENEL ANLAMIYLA "KONTROLCÜ" VE BASKICIDIRLAR. Her biri o KURUMSAL yapıları gereği birer BİG-BRADIR olma hevesindedirler.
Buna karşın "kitleler" iğdiş edilmeye, kendilerini bu alanların kucağına atıvermeye zaten DÜNDEN- hazırdırlar, veya hazır hale getirilmişlerdir. Bu noktada oldukça hiyerarşik ve EŞİTSİZCE bir ilişki yaşanır. İnsanlar zaten bu yapıların SARMAL-KUCAĞINDA dünyaya gelirler. Her bir insan doğduğu andan itibaren alıcı-pasifize durumdadır. Ve işte yukarıdaki BEŞİ-BİR YERDE tüm var-güçleriyle insana KENDİLERİNİ empoze etmeye çalışırlar ve işin İLGİNCİ bu empozeyle de doymayıp, insanlarda sahip kıldıklarını sanki onların KENDİ-ÖZ-TERCİHLERİYMİŞ gibi YUTTURURLAR ve bu yutturma sonrasında insanlar orta yere çıkıp İŞTE BUNLAR BENİM DOĞRU-DEĞERLERİM demeye başlar ve hatta bazıları bu konuda "burnundan dahi" kıl aldırmaz..
ÖZÜ-GÜRLÜK "KORKUTUCU-ÜRKÜTÜCÜDÜR". BEN ÖZGÜRÜM DİYEN İNSAN HERŞEYİ YAPABİLİRİM, PEKİ BUNA GÖRE "NEYİ SEÇİP-YAPMALIYIM" SORUNUYLA "BOĞUŞMAK" ZORUNDADIR. İŞTE BU BOĞUŞMADAN "SAĞ-ÇIKAMAMA "KAYGISI NEDENİYLE İNSANLAR HAYATLARINI YUKARIDAKİ BEŞİ-BİR YERDEYE "DİP-NOT OLARAK "DÜŞÜP" YAŞAMAYA ÇALIŞIRLAR. BUNUN ADI "ÖZGÜRLÜKTEN KAÇIŞTIR"
(İŞTE BU NOKTALARDAKİ TEK "DİRENÇ-ALANI FELSEFEDİR. ÇÜNKÜ FELSEFENİN TEMEL DÜSTURU "KENDİNİ TANIDIR" VE BU NEDENLE FELSEFİ DÜŞÜNCE "İNSANLIK-İÇİN" ÖNEMLİDİR)
Bir noktadan sonra insanlar "bunlar benim hür-irademle seçtiğim doğrularımdır" demeye başlarlar. Hadi yaaa!!! BENİM aklım-hür iradem dediğin "yapını da" onlar BELİRLEDİYSE SEN hangi HÜR-İRADEDEN-SÖZ ediyorsun...
OLMASI-GEREKEN hep "ütopia" olarak kalacaktır. Olanlarla olması gerekenleri TAMAMEN çakıştırmak olanaksızdır. Hayatlarınızı, yaşamaklarınızı geçmişinizi düşünün. Olması gerekeninize yaklaştıkça, o olması gerekeninizi sizden uzaklaşır. Bunun böyle olması hem-iyi hem de kötü...İyi çünkü insanı sürekli-devindirip hareket halinde tutuyor..Kötü çünkü "doyumsuzluğu" getiriyor...İşte insanoğlunun TEMEL açmazı budur. Hayatın, dostluğun, aşkın, toplumsal sistemlerin OLMASI gerekenleri nelerdir? ASIL örnekleri, proto-tipleri olsaydı işimiz çok kolay olurdu...ÖRNEĞİN:
RAB; levh-i mahfuzunu açıp da, bize oradaki ideal YAŞAM biçimlerini gösterebilme nezaketinde bulunsaydı, veya Platon İDEALAR dünyasındaki ASILLARI bize "gösterebilseydi" ayrıntılı olarak, HİÇ-BİR SORUNUMUZ kalmazdı. Bu durumda olanları onlara göre evirip-çevirirdik. (KİTLELERİN akın-akın GELENEKSEL yaşam tarzlarına sığınması da, bu alanların onlara HAZIR VE KOLAY olması gerekenler sunuyor olmasının sonucudur. Ne olmalı ve neye GÖRE NASIL yaşamalıyım açmazlarına düşmemek için tüm bir HAYATLARINI GELENEĞE VE DİNE dip-not olarak düşmektedirler)
KISACA EY İNSAN-OĞLU DENİLEN:
SEN BU KAİNATIN; KENDİSİNİN, YARATANININ, BABANIN, ANNENİN VE DİĞER "HERŞEYLE-BİR-LİKTE" HERKESİN TERKEDİP ORTA YERE BIRAKTIĞI "PİÇ" VE YETİM ÇOCUĞUSUN....
KENDİNLE-BAŞKA-ŞEYLE DEĞİL- BAŞ-BAŞASIN

YAZGINI FARKET VE "BARIŞ" ONUNLA

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder